Türkiye'yi İstemeyen Avrupalılar Kimler?
[29 Aralık 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Alman siyasetçi Schuble, Türkiye'nin hiç bir zaman gerçek anlamda 'Avrupalı' olamayacağı kuşkusunu dile getirirken, Avrupa'nın eski neslinin görüşlerini ifade ediyor aslında. Bu eski nesil Avrupa'yı hala homojen (tek tip) sanıyor olabilir. Ama devir değişti. Bugünün Avrupası farklı kültürler, etnisiteler ve dinlerin bir mozaiği.
-----------------
Türkiye, son aylarda daha önce hiç olmadığı kadar uluslararası siyasetin ve medyanın gündemine oturdu. Hem Avrupa hem de Amerikan basınında, gün geçmiyor ki Türkiye ile ilgili bir haber ya da yorum yayınlanmasın. Avrupalılar, "Türkiye'yi Avrupa Birilği'ne alalım mı, almayalım mı" tartışmasını hararetle sürdürürken, Atlantik'in öteki yakasından çoğunlukla Türkiye'nin AB üyeliğini destekleyen yorumlar geliyor.
Bunun elbette önemli bir nedeni, Amerika'nın bu konuda "tuzu kuru" olması. Amerikalılar, Türkiye'nin AB'ye üye olmasının sağlayacağı global stratejik ve kültürel etkiyi önemsiyor ve bu nedenle üyelik sürecimizi destekliyorlar. Türkiye'nin AB'ye katılarak "Batı-İslam çatışması" şablonunu bozması ve Ortadoğu'da demokrasi ve özgürlük umutları yeşertmesi, Washington'ın en büyük dileği. Avrupalıları endişeye sürükleyen etkenler (örneğin Türkiye Birlik'e üye olursa Avrupa'ya gerçekleşebilecek göç dalgası ve bu üyeliğin Birlik'e getireceği ekonomik yük), ABD için sorun değil.
Nitekim ilginç bir şekilde, Avrupa Birliği içinde Türkiye'ye tam destek veren ülkeler de, "Amerikan yanlısı" olanlar. ABD'nin bir numaralı müttefiki olan İngiltere, bunların başında geliyor. İtalya ve İspanya'nın Türkiye'ye verdiği destek ise, sahip olduğumuz ortak "Akdeniz kültürü"nün yanında, her iki ülkenin ABD ile paralel bir dış politika izlemesiyle yakından ilgili. Türkiye'ye destek çıkan Polonya da yine Amerika ile paralel hareket etmeye çalışan bir ülke.
Amerikan-Fransız Zıtlaşması
Buna karşılık Türkiye'nin AB'ye tam üyelik süreci konusunda en büyük itiraz ve homurtuların yükseldiği Fransa, Almanya ve Hollanda gibi "mihver" ülkeler, AB'nin en Amerikan karşıtı aktörleri. Özellikle de Fransa... Fransa, Soğuk Savaş döneminde bile ABD ile yıldızı bir türlü barışmamış bir ülke. Amerika'nın oldukça sağcı iki yazarı (John J. Miller ve Mark Molesky) tarafından kaleme alınan ve geçenlerde yayınlanan "En Eski Düşmanımız: Amerika'nın Fransa İle Olan Feci İlişkisinin Tarihi" adlı kitap, iki ülkenin arasındaki çekişmenin biraz radikal de olsa dikkat çekici bir ifadesi.
Amerikan-Fransız zıtlaşmasının siyasi nedenleri olduğu gibi kültürel kökenleri de var. Fransa, temsil ettiği katı laiklik modeli ve homojen milliyetçilik anlayışı ile, Anglo-Sakson (İngiliz-Amerikan) kültürüne ters düşüyor. Anglo-Saksonlar, dine karşı daha ılımlı ve kültürel olarak da çoğulcular. Bu yüzden Fransa'daki türban yasağı İngiltere ve Amerika'da hayretle karşılanmış ve kınanmıştı.
Amerikan ve Fransız kültürleri arasındaki bu farka geçenlerde Fransa'nın iktidar partisinin liderliğine seçilen Nicolas Sarkozy tarafından da dikkat çekildi. "Biz Anglosakson vizyonundan farklı bir görüş taşıyoruz" dedi Sarkozy, "... bu sebeple Türkiye'yi AB ile bütünleşmiş bir ülke olarak değil, Avrupa'yla bağlantısı olan bir ülke olarak görmek istiyoruz."
Alman-Amerikan Tartışması
Türkiye hakkındaki Anglosakson vizyonunu paylaşmayan Avrupa ülkelerinden biri de Almanya. Kuşkusuz Almanya Fransa kadar katı değil. Başbakan Gerard Schroeder Türkiye'nin AB üyeliğini baştan beri destekliyor. Ancak Almanya'nın içinde de çatlak sesler var ve bunların çoğu, ülkenin sağ kesiminden geliyor. Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) Genel Başkanı Angela Merkel, bilindiği gibi uzun zamandır Türkiye'ye tam üyelik değil "imtiyazlı ortaklık" verilmesini savunuyor.
İşte aynı partinin Alman Parlamentosu'ndaki grubunun başkan yardımcısı olan Wolfgang Sch√§uble de Türkiye hakkındaki tartışmaya katıldı. Hem de bunu, uluslararası ilişkiler konusunda dünyanın en önemli düşünce dergisi sayılan Foreign Affairs'te yazdığı bir makaleyle yaptı.
Wolfgang Schuble'nin Foreign Affairs'in Kasım/Aralık sayısındaki "Hala Avrupalı Bir Birlik" başlıklı sözkonusu makalesi, aslında aynı derginin bir önceki sayısında Amerikalı siyaset bilimci David L. Phillips tarafından yazılan hayli Türkiye yanlısı makaleye bir cevap niteliği taşıyor. Phillips'in o makalesini yine burada, Referans'ın "Fokus" sayfasında incelemiştik. Phillips, özetle Türkiye'nin AB'ye katılmasının hem AB, hem Türkiye, hem de dünya için çok büyük yararlar sağlacağını anlatıyordu.
Türkiye'ye Karşı Alman Çekinceleri
Wolfgang Schuble ise, buna cevaben yazdığı yazıda, Türkiye hakkındaki bildik Avrupalı kuşkuları ve çekinceleri sıralıyor: Avrupa'nın doğal sınırlarına ulaştığını, artık daha fazla genişlemesinin akılcı olmadığını, Türkiye üye olduğu takdirde AB'nin sınırlarının İran ve Irak'a dayanacağını, buradan sızacak göçmenlerin doğrudan Avrupa'ya akacağını anlatıyor.
Ancak Schuble'nin yaklaşımındaki bir nokta ilginç: Türkiye'nin üyeliğine din açısından itiraz etmiyor. Avrupa Anayasası'nın Hıristiyanlığa vurgu yapmadığını, dahası AKP'nin Alman Hıristiyan Demokratları ile işbirliği aradığını belirterek, "biz Hıristiyan kulübü olduğumuz için Türkiye'ye hayır demiyoruz, zaten öyle değiliz" demeye getiriyor. Schuble'ye göre Türkiye'nin çok önemli bir ülke olduğu, stratejik açıdan büyük değer taşıdığı ise tartışmasız, ama bu Türkiye'nin AB'ye tam üye olması gerektiği anlamına gelmiyor. "Türkiye Doğu ile Batı arasında bir köprü ise, köprü olarak kalsın" diyor Schuble. Ona göre Avrupa Türkiye'yi içine almak gibi yeni bir maceraya girmektense, kendi entegrasyonunu sağlamlaştırmaya çalışmalı.
Schuble'nin Türkiye için önerdiği çözüm ise, üyesi olduğu partinin görüşü ile aynı: İmtiyazlı ortaklık.
Türkiye Avrupa'ya Neler Katacak?
Wolfgang Schuble'nin Foreign Affairs'te yayınlanan bu görüşlerinin iyi bir eleştirisini, yine aynı dergide bulabiliyoruz. Çünkü dergi, Schuble'nin eleştirdiği Phillips'e bir cevap hakkı tanımış.
Phillips, yazdığı kısa cevapta, Schuble'nin tezlerini etkili bir biçimde çürütüyor. Phillips'e göre Alman politikacının ıskaladığı nokta, Türkiye'nin AB'ye tam üye olmasının Avrupa'ya getireceği önemli yarar. Bunun ekonomik yönünü Phillips şöyle özetliyor:
"Ekonomik alanda Türkiye, Avrupa'nın gittikçe azalan ve yaşlanan nüfusuna karşı, eğitimli ve disiplinli bir genç işgücü sunuyor. Türkiye'nin ekonomisi ise gelişmeye devam ediyor. Kişi başına düşen 3,360 dolarlık yıllık geliri, AB'nin iki yeni üyesi olan Bulgaristan ve Romanya'nın üzerinde. Türkiye Avrupa malları için giderek daha önemli bir pazar haline geliyor. ABD Ticaret Bakanlığı Türkiye'yi dünya genelinde en çok yükselen 10 pazardan biri olarak saydı. Eğer Avrupa Türk pazarına ulaşımını garantilemez ise, diğer ülkeler bu pastayı kapacak."
Phillips, Türkiye'nin AB'ye katacağı güvenlik boyutunu da şöyle anlatıyor:
"Türkiye'nin büyük ve deneyimli ordusu, Ortadoğu ve Orta Asya'daki terör gruplarıyla Avrupa arasında kalkan olarak duruyor. Türk otoriteleri, geçtiğimiz Haziran ayında İstanbul'da düzenlenen NATO toplantısına yönelik bir terör saldırısı girişimini etkisiz hale getirerek, yektinliklerini kanıtladılar. Avrupa'nın doğuya doğru genişlemesi o bölgeye Avrupalı değerleri taşıyacak ve özgürlük düşmanlarını etkisizleştirecektir. Dahası, Türkiye'yi Müslüman dünyasında model bir laik demokrasi olarak güçlendirmek, Avrupa'nın güvenliğini sağlamlaştıracaktır."
David Phillips, Türkiye'nin Avrupa'ya getireceği siyasi yararlardan da söz ediyor. 11 Eylül ve özellikle de 11 Mart (Madrid tren bombalamaları) sonrasında, İslam ve terör arasında ilişki olduğu düşüncesine kapılan Avrupalılar, kendi içlerindeki Müslüman azınlıklardan da endişe ediyorlar. Phillips'e göre Türkiye'nin AB'ye kabulü, Avrupa'nın bu sıkıntısına çözüm sunacak, çünkü "Türkiye'yi Avrupa'da gören Müslümanlar bundan dolayı gurur duyacaklar ve bu da Avrupa İslamı'nda ılımlılığı güçlendirecek."
"Eski Nesil" Yeni Avrupa'yı Anlamıyor
Kısacası Amerikalı siyaset bilimci David Phillips, Alman siyasetçi Schuble'nin Türkiye hakkındaki itirazlarını etkili bir biçimde cevaplandırıyor. Phillips'in Schuble'ye getirdiği eleştirilerin belki de en çarpıcı olanı ise şu:
"Schuble, Türkiye'nin hiç bir zaman gerçek anlamda 'Avrupalı' olamayacağı kuşkusunu dile getirirken, Avrupa'nın eski neslinin görüşlerini ifade ediyor aslında. Bu eski nesil Avrupa'yı hala homojen (tek tip) sanıyor olabilir. Ama devir değişti. Bugünün Avrupası farklı kültürler, etnisiteler ve dinlerin bir mozaiği. Artık Avrupa bir değerler topluluğu ve bu topluluk içinde demokrasi çoğulculukla güçleniyor. Bir siyasi ve ekonomik blok olmaktan öte, AB dinamik bir demokrasi-inşası projesi."
Bu yoruma göre, Türkiye'yi AB'ye tam üye yapmak istemeyen Avrupalılar "eski nesli", isteyenler ise "yeni nesli" temsil ediyor. Bu ise iyi haber; çünkü zamanın Türkiye lehine işlediği anlamına geliyor. 2014 yılında "eski nesil" iyice seyrekleşmiş ve "yeni nesil" Avrupa'ya iyice egemen olmuş olacak. Türkiye adına iyimser olmayı gerektiren pek çok nedenden biri de belki bu...