Muhterem AK Partililer, Herhalde beni tanıyorsunuzdur. İktidara geldiği ilk yıllardan itibaren Türk (ve dünya) medyasında partinizi en çok desteklemiş insanlardan biriyim. Ancak son iki-üç yılda eleştirilerim arttı, sizle olan mesafemiz de epey açıldı. Ama hasmınız olmadım, öyle bir niyetim de yok.
Dikkat ederseniz, son iki-üç yılda daha pek çok entelektüelle mesafeniz açıldı. Bunlar 28 Şubat’a karşı durmuş, başörtüsü yasaklarına karşı mücadele etmiş, sizi daha zayıf olduğunuz dönemlerde desteklemiş insanlardı. Buna mukabil, eski dönemlerde size karşı olmuş, fakat son iki-üç yılda ateşli destekçiniz haline gelmiş, hatta “kraldan çok kralcı” olmuş insanlar da var.
Bir düşünün lütfen; bu değişiklikler niçin oldu diye. Ben kendi adıma cevabı vereyim: Koluma “faiz lobisi” veya “paralel yapı” girmedi. İlkelerim de değişmedi. Bence AK Parti değişti. “Bizi Eski Türkiye”den çıkarsın” diye desteklediğim parti, giderek “Eski Türkiye”ye benzer bir siyasi zihniyet sergilemeye başladı. Ben de ilkelerimi değiştirmek yerine AK Parti’ye bakışımı değiştirdim. Hem de üzülerek, iç geçirerek, ızdırap duyarak…
Yine de şu gelinen noktada size dostça bir kaç şey söylemek istiyorum. Şu dönemki en büyük meseleniz olan “paralel yapı”dan başlayalım.
Devlet içinde böylesi “otonom” bir yapı olamayacağı, bunun hukuk sınırları içinde sorgulanması ve tasfiyesi gerektiği konusunda sizle hemfikirim. Ama sizin bu konuda yürüttüğünüz propagandaya da hiç aklım yatmıyor. Çünkü bu “paralel yapı”yı devlet içinde tahkim eden, CIA, Mossad falan değil, bizzat sizsiniz. Çünkü 2012 senesine gelince dek, düşmanlarınız ve hedefleriniz ortaktı. Şu aralar büyük ifşaatlar şeklinde sunduğunuz her şeyi biliyor ve onaylıyordunuz. Mesela “Cemaatçi polislerin herkesi dinlediği” bundan beş sene önce de konuşuluyordu; sizden “suçunuz yoksa dinlemeden niye korkuyorsunuz” cevabı geliyordu. Yahut kabineniz Yargıtay’da bir “imam” olduğunun o zaman da farkındaydı; ama hedef “Ergenekoncular” olduğu için bunda bir sorun görmüyordu. O sıralarda “paralel yapı”nın eliyle hapse atılan yüzlerce insana siz de acımadınız. Sorun, “saf” olmanız değil, Makyavelist olmanız, yani “siyasi fayda”yı adaletin üstünde tutmanızdı. Bunu bir kenara yazalım.
Sonra ortaklık bozuldu. Hayırlı oldu bu; çünkü bu sayede “paralel yapı”ya “dur” denmiş oldu. Ergenekon’un, Balyoz’un mağdurları özgürlüklerine kavuştu. Ama sizin partide de bir sürü skandal ortaya çıktı. O dudak uçuklatan yolsuzlukları biz de gördük, siz de gördünüz. Ama siz bunları örtbas etme yoluna gittiniz ve “paralel yapıya karşı mücadele” söylemini bunun için araçsallaştırdınız. Aynen o yapının “darbeye karşı mücadele” söyleminde yaptığı gibi. Yani yine “siyasi fayda”yı adaletin üstünde tuttunuz. Bunu da bir kenara yazalım.
İşte bu sebeplerden ötürü ben ortada erdem timsali bir AK Partiye karşı hain düşmanlar tablosu göremiyorum. Daha ziyade her aktörünün son derece oportünist davrandığı bir iktidar savaşı ve iktidar yozlaşması görüyorum.
Bu yozlaşma bugün tam sürat devam ediyor. Farkında mısınız bilmiyorum, ama onyıllardır kınadığınız, ayıpladığınız “Eski Türkiye”ye giderek daha fazla benziyorsunuz:
- O Eski Türkiye’yi eleştirilemez, sorgulanamaz bir “Ulu Önder” kültü yarattığı için eleştirirdik; aynısı bugün sizde var.
- O Eski Türkiye’yi dünyayı “iç ve dış mihraklar” diyerek okuduğu için eleştirirdik; aynısını bugün siz yapıyorsunuz.
- O Eski Türkiye’yi siyasi ihtilafları “asayiş tedbirleri”yle ve OHAL’lerle çözmeye kalktığı için eleştirirdik; aynı eğilim sizde var.
- O Eski Türkiye’yi “milli burjuvazi yaratıyoruz” diye rejime uygun zenginler türetmekle eleştirirdik; tam aynısını yapıyorsunuz.
- O Eski Türkiye’nin makbul vatandaşları ve makbul olmayan vatandaşları vardı; sizin için de öyle, sadece “makbul”ün tanımı değişti.
Bütün bunları “ama biz seçildik” diyerek meşrulaştıramazsınız. Seçilmiş otoriterlik de seçilmemiş otoriterlik kadar kötüdür. Biri “azınlık diktatörlüğü” ise, diğeri “çoğunluk diktatörlüğü”dür.
İşin kötüsü, son iki-üç yılda girdiğiniz bu yoldan o kadar eminsiniz ki, bir an için durup düşünmüyor, size uyaranlara kulak asmıyor, hatta “vesayetçilik”le suçluyorsunuz. O gayrı meşru Kemalist “vesayet”ten çoktan kurtulduğunuzu, şimdi “daha da kurtuluyoruz” derken aslında başkaları üzerinde tahakküm kurduğunuzu göremiyorsunuz.
Hatta sanıyorsunuz ki, bu “vesayet” illetinden biraz daha kurtulsanız Türkiye şaha kalkacak. Tayyip Erdoğan’ın açtığı yolda kanatlanıp uçacak. Sadece kendini değil, Filistin’i, Suriye’yi, bütün İslam alemini kurtaracak. Yeniden Osmanlı olup aleme nizam verecek…
Oysa bu söylemin heyecan ve hamasetten başka bir karşılığı yok. Siz AK Parti Kongresi’nde bayrak sallayınca Kudüs kurtulmuyor, Şam özgür olmuyor, dünya değişmiyor.
Aslında Türkiye’nin daha büyük bir dünya gücü haline gelmesini, Müslüman dünyaya da örnek ve hatta öncü olmasını ben de sizin kadar isterim. Ama bu iş propagandayla olmaz. Akılla, kültürle, teknolojiyle, bilimle, ekonomiyle olur. Bunlar da evvela fikir özgürlüğü gerektirir. Özgür üniversite gerektirir. Serbest piyasada adil rekabet ve liyakate dayalı atama kültürü gerektirir. Toplumsal huzur gerektirir.
Oysa siz, bırakın geliştirmeyi, baltalamaya başladınız tüm bu değerleri. En büyük değeriniz “Erdoğan’a sadakat” oldu. Kapıları ona övgüler düzenlere açıyor, toplumun yarısının suratına ise sertçe kapatıyorsunuz. Sürekli aşağıladığınız “Beyaz Türkler” sizin sayenizde “beyin göçü”ne başladı. Çünkü aynı Eski Türkiye gibi, ülkenin kapasitesinin tümünü değil, sadece makbul vatandaşların kapasitesini kullanmak istiyorsunuz.
İlk iki döneminizde büyük başarılara imza attınız, Türkiye’yi gerçekten sıçrattınız. Biz de sevindik, gurur duyduk. Ama unutmayın, o başarı sadece sizin getirdiğiniz siyasi istikrarla değil, aynı zamanda AB süreciyle, küresel ekonomiye uyumla, Batı’daki olumlu imajınızla mümkün oldu. Daha mütevazi, daha uzlaşmacı, daha güleryüzlü olmanız sayesinde oldu. Ama şimdi tüm bunların yerini öfkeli sloganlarınız, sıkılmış yumruklarınız, ulusalcılardan mülhem “tam bağımsızlık” söylemleriniz almış durumda.
Oysa İslam dünyasını, bilhassa Ortadoğu’yu biraz daha iyi tanısanız göreceksiniz ki, son yüz yıldır sorununuz tam da bu: Öfkeye boğulmuş, hamasete saplanmış, aklını komplolarla bozmuş ve “büyük reis”lerin peşinde “yekvücut” olmuş siyasi hareketleri diyarı burası. Ve tam da bu yüzden sakin, rasyonel, pragmatik ve analitik Batı karşısında hep yerinde sayıyor. Ne acı ki siz tam da bu makus talihi yenecek harekettiniz. Tam da yenmeye başlamıştınız.
Gelin, sürekli "yola devam" demeyin bir durup düşünün. Aynada kendinize bir bakın. Allah rızası için bir "nefis muhasabesi" yapın.
Eleştirel bir dostunuz