Müslüman Müslümanı Öldürünce
[27 Nisan 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hatırlayın; İsrail’in Gazze’ye karşı düzenlediği zalim “dökme kurşun” operasyonu Türkiye’de ne kadar büyük tepki uyandırmıştı. Onbinlerce insan sokaklara dökülmüş, İsrail’in devlet terörünü haklı bir öfkeyle lanetlemişti.
Aradan zaman geçti, “Arap Baharı” geldi. Kansız başlayan bu demokratik dalga, çok geçmeden önce Kaddafi’nin sonra da diğer diktatörlerin devlet terörüne çarptı. Kaddafi’nin kiralık askerleri, isyan bölgelerini bombalayarak binlerce muhalifi öldürdü.
Aynı filmin devamı, şu günlerde Suriye’de oynuyor. Esad rejiminin güvenlik güçleri, muhalif göstericilere ateş açıyor. Ölü sayısının beş yüzü bulduğu söyleniyor.
Ama nedense İsrail’in devlet terörü karşısında gösterdiğimiz tepkiyi Kaddafi’nin veya Esad’ın devlet terörü karşısında göstermiyoruz. Medyadaki reaksiyonun dozu düşük. Sokaklara dökülen pek kimse yok. Email gruplarından hararetli mesajlar gelmiyor.
Hatta, enteresandır, tepki geliyorsa da en çok “Libya’yı hedef alan haçlı saldırısı”na geliyor. Yani, Kaddafi’nin binlerce sivili öldürmesi bizi o kadar kızdırmıyor da, NATO uçaklarının Kaddafi güçlerini bombalaması çok kızdırıyor.
‘Perde arkasındakiler’
Bir başka deyişle, Müslüman olmayanların (özellikle de İsrail ve Batı’nın) Müslümanları öldürmesi, bizi çok öfkelendiriyor. Buna mukabil, Müslümanların Müslümanları öldürmesi o kadar büyük bir sorun olmuyor.
Sizi bilmem, ama bana sorarsanız bu epey problemli bir tutum. Amerikan ordusunun “Altıncı Filo”su karşısında esip savuran, ama Türk ordusunun Diyarbakır veya Mamak’taki işkencehaneleri karşısında dilini yutan ulusalcı tavırdan pek farklı değil.
Peki neden böyle bir çifte standart var Müslüman kamuoyunda?
Sanırım sorunun bir cevabı, her Müslümanı pir-ü pak zanneden ve peşinen temize çıkaran yaygın önkabul. “Müslüman Müslümanı öldürmez,” “Müslüman soykırım yapmaz” gibi sık duyduğumuz sözler, bu önkabulün ifadeleri.
Bunun hemen arkasından da, “eğer ortada bir kötülük varsa, bunu mutlaka başkaları tezgahlıyordur; perde arkasında Batılı emperyalistler vardır” gibi bir mantık devreye giriyor. Dolayısıyla da eleştiri oklarımız sadece Batı’ya yöneliyor; Müslümanlar arasındaki kötülere ve kötülüklere değil.
Yezid ve CIA
Oysa bir Müslümanın kötülük yapmaması gerektiği kuşkusuz doğru; ama “ben Müslümanım” diyen herkesin böyle davrandığını düşünmek için hiçbir sebep yok. Kötülük yapan Müslümanların illa “Batı ajanı” olması zorunluluğu da yok.
“Medeniyetimiz”in tarihini bir hatırlayalım: Orada “Raşid Halifeler” kadar despot halifeler ve zalim sultanlar da yok mu? Hz. Hüseyin’i Kerbela’da şehit edenler, haçlı, emperyalist ya da siyonist değil de “Müslüman” geçinen katiller değil miydi? (O devirde CIA mi vardı ki, Yezid’i “CIA ajanı” sayalım?)
Gerçekte İslam medeniyetinin tarihinde büyük erdemler kadar suçlar ve günahlar da vardır. (Zaten her medeniyet öyledir.) Bu suç ve günahları salt dış faktörlere bağlamak ise, onların gerçek sebeplerini anlamamızı engeller. Öz eleştiri yerine hamaset kültürünü geliştirir.
Bugün de İslam dünyasının istibdad, kabilecilik, mezhep taassubu, hak ve hürriyet yoksunluğu gibi pek çok sorunu var. Bunların bir kısmının kökeninde Batı sömürgeciliğinin izleri yer alsa da, sorunu sadece burada görürsek kendimizi kandırırız. Ve nihayetinde Müslümanın müslümanı öldürmesine aldırmaz hale geliriz.
Unutmayalım ki, İslam’ın hakikatine iman etmek, Müslümanların masumiyetine inanmayı gerektirmez. Bilâkis, o Hakikat’e göre Müslümanları da eleştirmeyi gerektirir.