Komplolar Ve Aptallıklar
[25 Nisan 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Washington Post gazetesinin Charles Krauthammer adlı ünlü bir köşe yazarı var. Epey neo-con ve ekâbir bir kalem; dolayısıyla kendisinden hazzettiğimi hiç söyleyemem. Ama bir zaman önce okuduğum bir paragrafı epey hoşuma gitmişti. “ Washington’daki herhangi bir kafa karıştırıcı olguya açıklama ararken” dedi adam:
“Her zaman komplo yerine aptallığı, hilebazlık yerine beceriksizliği tercih edin. Aksi takdirde, Washington’dakilere fazla kredi vermiş olursunuz.”
Bu alıntıyı aklıma getiren olay ise, geçen hafta Türkiye’yi sarsan “veto krizi” oldu. Yüksek Seçimi Kurulu’nun BDP destekli “Bağımsızlar”ı veto ettiğinin duyulmasıyla birlikte, çoğu yorumcu “komplo” ve “hilebazlık” açıklamalarına sarıldı. BDP’liler haksız bir biçimde hükümeti, başkaları da spekülatif bir biçimde “derin devlet”i suçladı. Oysa olayın bir “eksik evrak” meselesi olduğu çok geçmeden ortaya çıktı.
Derin mi, beceriksiz mi?
Gerçi “komplo” ve “hilebazlık” açıklamalarında hala ısrar edenler yok değil. Bir tarafta “YSK evrak eksikliğini niçin bildirmedi”’ diyenler, diğer tarafta da “BDP’liler niye her şeyi hazır etmedi” diye soranlar var. Bunların bir kısmı da “yemezler, işin içinde iş var!” demeye devam ediyor.
Belki haklıdırlar. Ama belki de Krauthammer’ın açıklaması doğrudur. Yani, “aptallık” biraz ağır ve kaba laf olacak ama, sadece insani hatalar ve hukuki hantallıklar vardır ortada. Türkiye’de devlet sistemi normalde hep tıkır tıkır mı işliyor ki, çıkan her arızanın nedeni iyi planlanmış bir “ provokasyon” olsun?
Bu soruyu “veto krizi” vesilesiyle soruyorum, ama kapsama alanı aslında daha geniş. Son yıllarda “derin devlet” hakkında geliştirdiğimiz komplo teorileri için de geçerli. Mesela PKK’nın doğuda bir karakol basmasının ve bu sırada genelkurmayın vaktinde destek yetiştiremeyişinin açıklaması ne? “ Böyle terör eylemleri olsun da vesayetimiz sürsün, hatta darbeye bahane çıksın” diyen cuntacılar mı? Ya da insani hatalar ve kurumsal beceriksizlikler mi?
Türkiye’de bu işleri benden çok iyi daha bilenler var. Yazdıkları kitaplara, makalelere bakıyorum. “Tam da o gün falanca makinanın çalışmaması bir tesadüf müydü”, ya da “polis tam da o saatte o sokağı neden boş bırakmıştı” gibi sorularla dolu. Benimse verebilecek hiç bir cevabım yok. Ama cevap arayanların hep komploya yönelmesi, buna karşılık hatalar, beceriksizlikler, tesadüfler gibi açıklamaları baştan elemesi tuhaf.
İmamın muhafız alayı
Tabii bu komplocu zihniyet, sadece “derin devlet” muhaliflerine değil, onların muhalifi olan solcu, Kemalist veya ulusalcı gruplara da hakim. Onlar da, karşılarında her yeri kuşatan, her şeyi planlayan bir “İslamcı komplo” olduğuna inanıyor. (Mesela, serbest kalmasını dilediğim gazeteci Ahmet Şık’ın “İmamın Ordusu” kitabı, tam da böyle paranoid çağrışımlar yapıyor. Çünkü, bana sorarsanız, olsa olsa “imamın muhafız alayı” vardır ortada; yani Gülen Hareketi, en fazla, kendisini açıkça hedef alan, “Anadolu denizinde boğma” tehditleri savuran laikperest bir kadroya karşı kendini savunuyor olabilir.)
Nihayetinde, bana öyle geliyor ki, Türkiye’deki her toplumsal kesim ve her siyasi güç merkezi, kendi muhaliflerini gerçekte olduklarından daha güçlü, daha kurnaz ve daha kötü niyetli sanıyor.
Bunun öyle olmadığını anlatmaya kalktığınızda aldığınız cevaplar ise standart:
“Sen de amma safsın!”... Ya da; “Bizi bu kadar saf mı sanıyorsun?!”
Oysa söz konusu “saflık”, tam da ihtiyacımız olan şey olabilir. Özellikle de kuşkuculuk konusunda eksiğimiz değil fazlamız olduğu aşikarken.