Düz Ovaya Kim Barikat Kurdu?
[20 Nisan 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Yüksek Seçim Kurulu’nun bir düzine bağımsız adayı bir gecede “veto” edivermesi, elbette çok vahim bir durum. Ancak problemin bir hukuki bir de siyasi yönü var ki, ikisini karıştırmamak lazım.
Hukuki kısımdan başlayalım. Çoğumuz, pazartesi akşamı gündeme bomba gibi düşen haberi duyunca “ne alaka” dedik. Ama veto kararının yasal bir zemini olduğu da çok geçmeden anlaşıldı. Türkiye’de “Milletvekili Seçim Kanunu” diye bir şey var ve onun 11. maddesinde şöyle yazıyor:
“Taksirli suçlar hariç, toplam bir yıl veya daha fazla hapis veya süresi ne olursa olsun ağır hapis cezasına hüküm giymiş olanlar... Milletvekili seçilemezler.” Veto edilen adaylar ise, anlaşılan, geçmişte bir şekilde mahkumiyet almışlar. Bazılarının mahkumiyeti yeni kesinleşmiş.
Hukukçu değilim. Dolayısıyla söz konusu kanun farklı yorumlanabilir miydi, YSK bir “takdir yetkisi” kullandı mı, bilmiyorum. Bu problemin neden başvuru sürecinde ortaya çıkmadığını da bilmiyorum. Ama eğer bu soruların makul cevapları varsa, o zaman bir YSK üyesinin Hürriyet’ten Fatih Çekirge’ye söylediği şu sözü kabul etmek gerek:
“Kimse bize kızmasın. Biz siyasi olarak bakmayız. Yasa açık. Kanuna bakarız.”
Hangi komplo doğru?
Peki ama her şey bu kadar basit mi? Buna inanacak kadar “saf” olmalı mıyız?
Bu soruları soranlar, son iki günde kabaca iki kampa ayrıldı:
Bir tarafta “Akepe komplosu”na inananlar var. Hem BDP’liler hem de bazı Kemalistler, “Akepe zaten yargıyı ele geçirmişti, şimdi de o yolla rakiplerini tasfiye ediyor” diyor.
Oysa YSK’nın yakın zaman önce aldığı ve AK Parti’yi hiç de memnun etmeyen kararlar ortada. Dahası, iktidar partisinin bu son karardan siyasi bir avantaj sağlaması da hiç olası gözükmüyor. Aksine, BDP’nin siyaseten güçlenmesi, AK Parti’nin de zor durumda kalması kuvvetle muhtemel.
Öte yanda ise ortada bir “derin devlet komplosu” görenler var. Onlara göre vetoların amacı, hem hükümeti zorda bırakmak, hem de BDP tabanını “dağa çıkmaya” zorlamak. “Barış ortamı”nı sabote edip, “kirli savaş”ı diriltmek.
Yüzeydeki devlet
Ben ise, bu iki taraftan ilkine hiç itibar etmediğim gibi, ikincisine de mesafeliyim. Aslında bence de YSK vetosu barış ortamını sabote edebilecek tehlikeli bir karar. Adamlara yıllardır “bırakın silahı, düz ovada siyaset yapın” diyoruz. Şimdi ise düz ovaya iner ayak yasal barikat çıkarıyoruz karşılarına. Hakikaten fena bir durum.
Ama bu barikat, ellerini ovuşturarak şeytani planlar yapan karanlık mahfiller tarafından mı kuruldu? Yoksa ortada mecburi bir yasal işlem mi var?
Şu aşamada ikinci açıklamayı daha ikna edici buluyorum. Bir başka deyişle, gözle görülmeyen “derin devlet”i değil, apaçık karşımızda duran “otoriter devlet”i suçluyorum.
12 Eylül rejiminden miras kalan 1983 tarihli Milletvekili Seçim Kanunu, tam da bu otoriterliği yansıtıyor. Kimin milletvekili seçilip kimin seçilemeyeceğine dair upuzun kriterler konmuş. “Hüküm giyenler”, kategorik olarak yasaklanmış. Oysa Türkiye’de devlet katında hüküm giyip de toplum katında itibar kazanmış nice insan var.
Uzun vadeli ve kalıcı çözüm, seçimin ardından bir “sivil anayasa” yapmak, siyasetle ilgili kanunları da bunun ruhuna uygun şekilde revize etmektir.
En kısa vadede ise, bu “veto barikatı”nın aşılabilmesi için tüm hukuki ve siyasi alternatifler düşünülmelidir. Gerilimin tırmanması ve bunun sonucunda BDP’nin seçimi boykot etmesi, tek kelimeyle felaket olur.