[14 Mart 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Ergenekon davasının yeni sanıkları Nedim Şener ve Ahmet Şık’ın tam olarak niçin tutuklandığı hala bir sır. Çünkü “açıklanmayan deliller” var. Ancak sorgu tutanakları bu iki gazetecinin neyle suçlandığına dair en azından bir izlenim veriyor. Bunlar üzerine analizler yapan kimi yorumcular da, Şener ve Şık ile Oda TV arasında var olduğu ileri sürülen “ kitap bağlantısı”nın zaten yeterince büyük bir “suç” olduğu kanısında.
Bu görüşü savunan emekli savcı Gültekin Avcı’nın Bugün gazetesindeki yazılarına aynı gazetenin yazarı Gülay Göktürk’ten itirazlar geldi. Ben de Göktürk’e katıldım, yüzde yüz. Konuyu işleyen bir başka kalem, yazılarından çok şey öğrendiğim, analizlerinden hep çok yararlandığım Etyen Mahçupyan oldu. Zaman’daki köşesinde yer alan “post-Ergenekon” başlıklı yazısında şöyle yazdı sevgili Etyen ağabey:
“Anlaşıldığına göre savcılık ve mahkeme heyetinin algılaması şöyle: Ergenekon ağının deşifre olması ve bu sürecin tersine dönmeyeceği ortaya çıktığı andan itibaren bir ‘post Ergenekon’ çalışma başlatıldı. Yaklaşık iki yıldır hayata geçirilmeye çalışılan bu operasyonun birincil hedefi medyayı ve gençlik hareketlerini kullanarak Ergenekon davasının yıpranmasını, yani Susurluk haline gelmesini sağlamak. İkincil hedef ise referandum ve seçimleri etkileyerek AKP iktidarını indirmek. Söz konusu değerlendirmeye göre OdaTV bu operasyonun merkezinde yer alıyor ve sadece yaptığı yayınlarla değil, yazılmasını ‘teşvik’ ettiği kitaplarla da dezenformasyon ve manipülasyon yapıyor. ”
Eğer “savcılık ve mahkeme heyetinin algılaması” sahiden böyle ise, ve son gazeteci tutuklamaları buna yaslanıyorsa, o zaman durum fena...
Çünkü o zaman Ergenekon davası ciddi bir kırılmaya uğramış ve “zihniyet polisliği”ne savrulmuş demektir. Neden mi?
Çünkü “Ergenekon davasının yıpranmasını, yani Susurluk haline gelmesini sağlamak”, eğer kamuoyuna yönelik bir propaganda çabasından ibaretse, özgür bir ülkede suç sayılamaz. İnsanlar Ergenekon’un mahiyeti konusunda istedikleri gibi düşünme ve bu düşüncelerini yayma hakkına sahiptir. Onları entelektüel ahlak açısından kınayabiliriz, ama susturamayız. Aynı şekilde, özgür bir ülkede, “referandum ve seçimleri etkileyerek iktidarı indirmek” diye bir suç da olamaz. Her ideolojik grup, tüm propaganda gücüyle seçmenleri etkileme hakkına sahiptir. (Kaldı ki amaçları bu ise, bu durum tam da “darbe yapmak” yerine demokrasi içinde kaldıklarına işaret etmez mi?)
Özgür bir ülkede “dezenformasyon ve manipülasyon yapmak” diye bir suç da olamaz. Çünkü devlet, “doğru bakış açısı budur, gerisi kandırmacadır” deme hakkına sahip değildir. Eğer ortada bireyleri mağdur eden yalan haberler varsa, tekzip ve tazminat davaları açılır. Oda TV’den fışkıranlara benzer iğrençlikler, şahsi davaların ve ahlaki kınamaların hedefi olur. Ama “manipülatif kitap yazma suçu” diye bir şey olmaz.
Şunu teslim ederim: Eğer propagandanın bir terör örgütü veya cuntadan gelen talimatla yapıldığı kanıtlanırsa, durum değişir. Ama bunun da çok somut delilleri olması gerekir. Şu günlerde okuduğumuz bazı yorumlar ise, “Ergenekon’a yarayan şeyler yazmışlar, demek ki onlar da Ergenekoncu olmalı” diye işleyen korkunç bir mantığa oturuyor.
Benden uyarması: Eğer dava bu minval üzerinde devam ederse giderek bir “susturma operasyonu” gibi algılanacak ve hem Türkiye’de hem de dünyada hızla meşruiyet kaybına uğrayacaktır. Demokratikleşme süreci bundan büyük yara alacak, bu işten en kazançlı çıkanlar da davadaki gerçek suçlular olacaktır.