Kapitalizmin Merkezinden Notlar
[16 Mart 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
ALABAMA - Türkiye’nin iç tartışmaları zirve yapmış ve “Yeni Türkiye’nin Gazetesi” görkemli bir şekilde yeniden doğmuşken, ben bir fırsat bulup Amerika’nın bu koyu muhafazakar eyaletinin Auburn adlı üniversite şehrine geldim.
Şehir dediğim aslında kasabanın hallicesi. Büyük bir kampüsün dışında sadece bir kaç ana cadde, çok sayıda kilise ve kocaman arabalar göze çarpıyor. Bir de bol sayıda hamburger ve bilumum “sağlıksız yemek” restoranı...
Beni buraya getiren ise, Auburn’deki tek düşünce kuruluşu olan Ludwig von Mises Enstitüsü oldu. “İslam’ın Ticari Geleneğe Katkısı” başlıklı bir konuşma yapmam için yıllık sempozyumlarına davet ettiler.
Enstitüye adını veren Mises, adını 1930’lu yıllarda duyurmaya başlayan büyük bir iktisatçı. O sıralar çok popüler olan sosyalizm ve devletçilik furyasına karşı “serbest piyasa” bayrağını dalgalandırıyor. Komünist rejimlerin verimsizlik batağına saplanıp çökeceğini de başka herkesten evvel Mises öngörüyor.
Mises’in öğrencisi Hayek ise bu fikirleri daha da geliştiriyor. Hem siyasi hem de iktisadi liberalizmin önde gelen kuramcılarından biri oluyor.
Yani Mises ve Hayek, bizim solcularda nefret hisleri uyandıracak bir deyimle, “kapitalizmin fikir babaları”.
Peki Misesçiler, aynı solcuların ezberlediği üzere, “kapitalizmin dünyayı yutması” için planlar yapıyor, “daha fazla Amerikan işgali, daha fazla savaş” diye ellerini mi ovuşturuyorlar?
Yahut eski savcı/yeni siyasetçi İlhan Cihaner’in bile “kaptığı” jargonla, “neo-liberal saldırı”yı kotarmakla mı uğraşıyorlar?
Ne gezer... Misesçiler, bugüne kadar gördüğüm en “savaş karşıtı” Amerikalı grup. “Welfare state” (refah devleti) kavramına nazire yaparak “warfare state” (savaş devleti) diyorlar kendi hükümetlerine. Obama’ya da “Bush’un politikalarını değiştirme sözü verdi, ama hala İran’ı tehdit ediyor” diye kızıyorlar.
Çünkü Mises Enstitüsü ABD’de “liberteryen” diye bilinen siyasi akıma karşılık geliyor. Bu akım bireysel özgürlükleri ve serbest piyasayı yüceltirken devletin rolünün en aza indiği, neredeyse ortadan kalktığı bir toplum modeli öngörüyor. Amerikan devletinin şirket çıkarları için yürüttüğü savaş ve müdahalelere karşı çıkıyor, bunu “ crony capitalism” (ahbap-çavuş kapitalizmi) diye lanetliyor, serbest piyasaya karşı bir saldırı olarak görüyorlar.
Önerdikleri model bana biraz ütopik, hatta yer yer “uçuk” gelse de, liberteryen akımın “modern devlet”e yönelik eleştiriler kayda değer.
Mesela sempozyumdaki konuşmacılardan biri “İnsan Özgürlüğüne Bir Saldırı: Dikenli Tel” diye enteresan bir sunum yaptı. 1860’larda icad edilen dikenli telin dünyayı nasıl korkunç bir biçimde değiştirdiğini anlattı.
Daha önceki devirlerde de siyasi sınırlar olsa bile, bunlar günlük hayatı fazla etkilemiyor, bireylerin hareketini kısıtlamıyormuş. Oysa devlet mekanizması, dikenli telle birlikte, insanları (ve hatta hayvanları) kendi istediği sınırlar içinde tutma gücünü kazanmış. Yine dikenli tel sayesinde inşa edilen açık hava hapishaneleri ve toplama kampları da cabası...
Ben ise konuşmamda İslam medeniyetinin Batı’ya neler kattığını, “algoritma”nın veya “cebir”in niçin Müslümanlardan geldiğini, serbest piyasanın asıl fikir babasının da neden İbn-i Haldun olduğunu anlattım.
En fazla alkışı da şu sözüme aldım:
“Eğer Amerika İslam dünyasında radikalizm yerine özgürlük ve demokrasi görmek istiyorsa, ilk yapacağı iş Müslüman ülkeleri işgal etmeyi ve bombalamayı bırakmak olmalı.”