CHP Çıldırdı Galiba
[31 Ocak tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Önce, partinin genel sekreteri Süheyl Batum, “Ergenekon sanıklarını milletvekili yapacağız” diye akıl almaz bir çıkış yaptı.
Kılıçdaroğlu tam bunu toparlamıştı ki, bu sefer CHP’li vekil İsa Gök çıktı ortaya. Oturdu meclise, abandı kürsüye, ve halkın AK Parti iktidarına karşı “halkın mahalle mahalle, sokak sokak direnme hakkı”nın doğduğunu ilan etti.
Atatürk’ün uyduruk “Bursa nutku”na atıfta bulunmakla da, “taşlı, sopalı ve silahlı” direnişi ima etmiş oldu.
Sebep?
AK Parti’nin “faşist” olması...
Oysa ben CHP’li olsam, bu “faşizm” bahsini hiç açmam. Çünkü, âvâmi dildeki o bayağı cevabın, yani “asıl faşist senin babandır” terslemesinin suratımda patlayacağından ve tüm kabalığına rağmen haklı olacağından endişe ederim...
Sebebini anlatacağım, ama önce “faşizm” nedir, ona bir gelelim.
Diğer detayları bir yana, faşizmin en temel özelliği bir “tek parti rejimi” olmasıdır. Yani iktidardaki parti, başka tüm partileri ve hatta siyasi dernekleri kapatarak, politika kurumu üzerinde “tekel” kurar. Hitler de bunu yapmıştır, Mussolini de.
Bugünün Türkiyesi’nde ise, bazı ne dediğini bilmezlerin söyleyip durduğunun aksine, bir “tek parti rejimi” yok. Seçimle iktidara gelmiş bir “tek parti hükümeti” var. (Yani hükümet bir koalisyondan oluşmuyor, sadece AK Parti’den oluşuyor.) Buna mukabil, başta CHP’nin kendisi olmak üzere, sürüsüyle muhalefet partisi ve muhalif siyasi dernek var.
Kabul; AK Parti’nin otoriter refleksleri, sert üslupları, hoşgörüsüz çıkışları oluyor. Başbakan’ın “eleştiri” karşısındaki tolerans karnesi iyi değil. Bunları biz de görüyor ve eleştiriyoruz. İsteyen de istediği kadar sert eleştirebilir.
Ama bununla “tek parti rejimi” arasında dağlar kadar fark vardır.
Bu ikincisini Türkiye’de kurmuş ve yaşat
mış olan yegane siyasi parti ise, başta işaret ettiğim gibi, CHP’den başkası değildir.
Evet, bu parti, 1925 yılındaki “Takrir-i Sükun” adlı “sivil darbe” ile, tüm muhalif partileri kapatmış, tüm muhalif sesleri susturmuştur.
Faşizme benzerlik bununla kalsa iyi. Bugün Süheyl Batum’un oturduğu koltukta 30’lu yıllarda oturan Recep Peker, Nazi Almanyası’na açıkça hayran olmuş, oradakine benzer bir rejim yapılanması önermiş, bu öneriyi de 1937’de hayata geçirmiştir.
Aynı yıllarda apaçık “Türk ırkçılığı” yapan, Türkleri “Ari ırk” ilan eden ve “Türk kafatası”nın çapını ölçen de yine CHP’dir.
Aynı CHP, 1940’lı yıllarda Yahudi vatandaşlarımızı Aşkale’deki esir kampına göndererek “Nazi benzerliği”nde zirve yapmış, 1937’de Dersim’e ölüm yağdırırken Guernica’yı aratmamıştır.
Ve CHP, tarihindeki bu karanlık sayfalara dair hâlâ tek bir öz eleştiri getirmemekte, aksine “devrim şartları gereğince öyle oldu, pek de iyi oldu” diye tümünü pişkince savunmaktadır. (Sanki Hitler veya Stalin de “devrim şartları gereğince” hareket etmemiş gibi.)
Dolayısıyla, denebilir ki, eğer modern Türkiye tarihinde “faşist bir rejime karşı meşru direnme hakkı” olduysa, bu bir tek söz konusu CHP diktasına ve onu “konsolide” etmek için yapılan askeri darbelere karşı olmuştur.
Ama ne acıdır ki, bu askeri darbelerin failleri, “direnme hakkı” kavramını gasp ettiler ve seçilmiş meşru iktidarlara karşı kullandılar. 27 Mayısçı haydutların yazdırdığı “anayasa”nın girişinde tam da bu bahane vardı.
Bugün de CHP’li İsa Gök ve kafadarları, 27 Mayıs’ın diliyle konuşuyor.
Bizimse buna karşı diyeceğimiz tek bir şey var:
Tehlikenin farkındayız.
Ve bir “neo-27 Mayıs” kalkışması ihtimaline karşı, “mahalle mahalle, sokak sokak direnme hakkımız”ı saklı tutuyoruz.