Yeter! Söz Arap Milletinindir
[2 Şubat 2011 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Önce Tunus’taki Bin Ali diktası devrildi; hem de hiç kimsenin beklemediği bir anda... Ardından da Mısır’daki Mübarek diktası sallanmaya başladı; herkesi şaşırtan bir hızla...
Bu otoriter rejimlerin altında onyıllardır hem hürriyetsiz hem de çoğunlukla “ekmeksiz” yaşayan Arap kitleler, ilk kez bu denli güçlü bir şekilde ayağa kalktılar. Bir “Arap baharı”nın mümkün ve yakın olduğunu gösterdiler. Ürdün’de bile kıpırdanma başlattılar.
Olayların nasıl evrileceğini, tam nereye varacağını zamanla göreceğiz. Ama şimdiden bile çıkarılacak dersler ve sonuçlar var.
Bunların başında Arap toplumlarının demokrasiye açık olmadığı, hep demir yumruklu rejimleri tercih ettiği ve edeceği şeklindeki kaba Oryantalist tezlerin yanlışlığı geliyor. Arap dünyasında demokrasinin izine rastlanmadığı bir gerçek. Ancak bu Arapların “özünde” var olan ve değişemeyecek sorunlardan çok, modern Ortadoğu’nun siyasi talihsizliklerinden kaynaklanıyor. Avrupa sömürgeciliği, İsrail yayılmacılığı, Arap diktatörlere ABD desteği gibi... Bölgedeki yaygın “petrol ekonomisi” de, piyasa ekonomisini baltalayarak, orta sınıfı ve dolayısıyla demokratik zemini güdükleştiriyor.
Ama, işte, Facebook, Twitter ve El Cezire gibi modern teknoloji imkanlarıyla organize olan Arap kitleler, bu engelleri aşabileceklerini gösterdiler. Sokakta izin verilmeyen “sivil toplum” • ekran başında oluşturdular.
Bu kitlelerin çiğneyip geçtiği bir diğer klişe ise, otoriter laikliğin demokrasiye giden bir yol olduğu hikayesi. Bizdeki Kemalistlerin sürekli tekrarladığı (ve belki sahiden de inandığı) bu efsaneye göre, Müslüman dünyanın özgürleşmesi ancak “İslamcılar”ı tasfiye edecek demir yumruklu iktidarlarla mümkün.
Oysa özgürlük talebi karşısında çatırdayan Tunus ve Mısır rejimleri tam da böyle “laik” karakterli rejimler. Tunus’taki dikta, başörtü yasağı gibi saçmalıklarıyla, tam da bir Kemalizm kopyası. (Bunu da ben söylemiyorum; “Tunus’un Kemalistleri”ne övgüler düzen merhum Ahmet Taner Kışlalı söylüyor.)
Durum böyle, çünkü bir rejimin dini veya laik referanslı olmasıyla onun demokratik ve özgürlükçü olması arasında hiçbir zorunlu bağlantı yok. Son yüzyıl boyunca dünyanın dört bir yanında onlarca laik diktatörlük kuruldu. Yüz milyonlarca insan da bunların altında acı çekti.
Bu açıdan bakıldığında “Türkiye diğer Müslüman ülkelerden niçin farklı” sorusunun birinci cevabı da, sanıldığının aksine, onun “laikliği” değil, demokrasisi. Özellikle de 1950’deki “Yeter! Söz milletindir” devrimiyle başlayan çok partili siyaset tecrübesi.
Bir başka deyişle, diğer Müslümanların sorunu “onların da bir Atatürk’ü olmayışı” değil. İbrahim Kiras’ın da vurguladığı gibi, “onların Atatürkleri” zaten var. (Tunus’taki Burgiba, İran’daki Rıza Şah gibi.) Diğer Müslümanların sorunu, geniş kitleleri demokratik sürece katacak birer Menderes’lerinin, Özal’larının, Erdoğan’larının olmayışı.
Tam da bu yüzden hükümetin Arap dünyasındaki demokrasi rüzgarı karşısında sessiz kalmasına anlam veremiyor ve buna dair eleştirel bir şeyler yazmaya hazırlanıyordum ki, Başbakan Erdoğan dünkü grup konuşmasında konuya girdi. Mısır halkının özgürlük mücadelesine iyi bir destek verdi. Mübarek’e yolladığı “nasihat istersen ölüm yeter” temalı mesajlar da, “Müslüman değerlerin demokratik kültüre katkısı”na dair hoş bir anekdot oldu.
İyi ama yetmez. AK Parti, tüm Ortadoğu’da güçlü bir hürriyet ve demokrasi savunusu yapmalı. Arap kitleler, “Davos fatihi”nden bunu da sıkça duymalı. Çünkü buna gerçekten ihtiyaçları var.