Her AK Parti Muhalifi Darbeci Değildir
[13 Aralık 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Geçen hafta yaşadığımız iki “öğrenci olayı”ndan ilki “polis şiddeti” sorununu gözümüze sokarken, ikincisi de öğrenciler arasındaki militanlığı sergiledi. Dolmabahçe’deki polislerin yere düşen hamile bir kıza tekme atması düpedüz barbarlıktı. Mülkiye’deki “kolektif” öğrencilerin “yumurtalı saldırı”sı ise en hafif ifadeyle gayrı-medeniydi.
Hükümet cephesine gelince, ben ilk olay karşısında bir tek Bülent Arınç’ın “polisin aşırı güç kullanımı”nı eleştiren yorumunu beğendim. “AK Parti’nin vicdanı”nın sadece Arınç’ın sözlerinde dışa vurulmasına ise üzüldüm. Bunu, AK Parti’nin pek çok politikasını destekleyen biri olarak, bir hayal kırıklığı notu olarak düşüyorum.
Yine hükümet cephesinden gelen fakat hiç katılmadığım bir diğer yorum ise, iktidar karışıtı öğrenci protestolarını “Ergenekon bağlantılı güçler”le açıklama girişimiydi.
Benzer izahlara daha önce de TEKEL işçileri olayında rastlamış, Ankara’da eylem çadırları kuran bu işçilerin arkasında “darbecilerin” olduğunu duymuştuk.
Tüm bu yorumlarda kullanılan mantık, bence yanlış. Doğrusu ise, günümüz Türkiyesi şartlarında, şöyle bir şey olmalı:
“Her darbeci AK Parti muhalifidir. Ama her AK Parti muhalifi darbeci değildir.”
Buradaki “darbeci” kavramı, hayali değil, gerçek bir kategoriye karşılık geliyor. Ergenekon veya Balyoz gibi davaların kapsamı ve yöntemi konusunda uzlaşmıyor olabiliriz, ama herhalde kimse AK Parti’ye karşı baştan beri bir “darbe arayışı” olduğunu inkar edemez. (Edene de Milliyet yazarı Osman Ulagay’ın “AKP Gerçeği ve Laik Darbe Fiyaskosu” başlıklı objektif kitabını tavsiye ederim.)
Bunun anlamı şu: bu ülkede binlerce, belki milyonlarca insan, “ordu bir darbe yapsa da indirse şu Akepeyi” diye istedi. Bu isteğin hayata geçmeyişinin tek sebebi, güçlerinin yetmeyişi, şartlarının elvermeyişi idi. Aralarından çıkıp da “evet, biz darbe istedik, hata ettik, demokrasiye inanmalıydık” diye günah çıkaran da olmadı. Sadece biraz moralleri bozulmuş ama yine de pişkin vaziyette oturuyorlar.
Bu “ahval ve şerait” içindeki AK Partililerin biraz şüpheci olması, 27 Mayıs’a giden yolu andıran her “sahne”nin arkasında bir “suflör” olduğundan kuşkulanması biraz anlaşılır bir şey.
Ancak bu kuşkuyu bir “vakıa” sayar ve her muhalif grubu peşinen “darbe işbirlikçisi” ilan ederseniz, olmaz. O zaman, “eskiden irtica öcüsü vardı, yerine darbe öcüsü geldi” diyenlere haklılık katmaya başlarsınız.
AK Parti’nin görmesi gerekiyor ki, son 8 yılda izlediği politikalar Türkiye’yi pek çok alanda ilerlettiyse de, herkesi memnun etmedi. Edemezdi de. Çünkü hiç bir ülkede hiç bir iktidar herkesi sevindirmez. Ağzıyla kuş tutsa bile yığınla muhalifi olur. İdeolojik gruplar ezberlerinden vazgeçmezler. Örneğin solcu öğrenciler, ille de “parasız üniversite” istemeye, yani “benim eğitimimin parası başkasının cebinden çıksın” diye tutturmaya devam ederler.
İster ideolojik ister reel sebeplerden kaynaklansın, her demokraside böylesi bir “doğal muhalefet” olur. Bu muhalefetin dört yılda bir oy vermekle yetinmeyip, protesto gösterileriyle ortaya çıkması da doğaldır. İlla darbecilerle iş tutmuş olması gerekmez.
Kaldı ki, öyle bile olsa, yani 27 Mayıs’ın “Ordu+Gençlik” ittifakı dirilmiş dahi olsa, hükümetin yapması gereken şey aynıdır:
Hoşgörülü, yumuşatıcı, sakinleştirici bir dil kullanmak. Ve “orantısız güç”e sıfır tolerans göstermek.