Bırakınız Protesto Etsinler
[9 Aralık 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Başbakan Erdoğan’ın dünkü grup konuşmasında “protestocu öğrenciler” için söyledikleri doğruydu: Ellerinde sopalarla polise girişen öğrencilerin “demokratik haklarını” kullandıkları söylenemez. “Başbakan’ın rektörlerle yaptığı toplantıyı basacağız” diye tutturan öğrencilere de “tabii, buyrun içeri” denemez.
Ancak Türkiye’de polisin göstericiler, özellikle de “solcu göstericiler” için kullandığı kıstas bunlardan mı ibaret? Polis, protestoculara, sadece onlar şiddete başvurduğunda mı “müdahale” ediyor? Dahası, bu müdahalenin “ölçüsü”, özgür ve demokratik bir ülkede olması gerektiği kıvamda mı?
Bu soruların hem emniyet müdürleri hem de onların “mülki amirleri” tarafından ciddiye alınması lazım. Özellikle de Türk demokrasisinin son on yılda gösterdiği gelişmeyi bu alanda da yansıtmak istiyorsak…
Ben burada sadece bir kaç temel “demokratik ilke”yi hatırlatacağım.
Bunların ilki, diğer bazı yorumcuların da vurguladığı gibi, protestonun “demokratik bir hak” olması. Bunun anlamı şu: Demokratik bir ülkenin her bir karışında, her görüşten vatandaşın, sessizce, pankart taşıyarak veya slogan atarak tepki ifade etmesi meşrudur. Bu hak, özellikle de ülkeyi yönetenlere karşı serbestçe kullanılabilmelidir.
Bir başka deyişle, Başbakan ya da bir başka hükümet üyesi bir yere, örneğin bir üniversiteye gittiğine, orada bir “protesto gösterisi” yapılması, hükümetin izlediği politikaları kınayan, yuhalayan sloganlar atılması meşrudur. Polis, bir “güvenlik kordonu” yaratıp protestocuları belirli bir mesafede tutabilir. Ama “koskoca devlet büyüklerimize nasıl saygısızlık edersiniz, dağılın zibidiler!” diye emredemez.
İsterse protestocular, söz konusu “devlet büyükleri” için, “faşist, diktatör” filan desinler. Zaten onların bunu serbestçe söyleyebilmeleri, tam da o ülkenin faşizmle ve diktayla yönetilmediğinin ispatı olur. (Akıllı bir iktidarın da bunu herkesten önce görmesi gerekir.)
Fakat bizdeki protestocular sadece böyle “demokratik tepki”lerle mi sınırlı tutuyor eylemlerini?
Bu, madalyonun, bir tür “protestocu öğrenciler romantizmi” içindeki “solcu medya” tarafından görmezden gelinen yüzü…
Söz konusu medya cenahına dahil etmekle yanılmış olmayacağımızı sandığım Radikal gazetesinin genel yayın yönetmeni Eyüp Can, Allah’tan dünkü yazısında bu konudaki ölçüyü düzeltmiş: “Orantısız güce sıfır tolerans” derken, “orantısız protestoya da sıfır tolerans” demiş.
Bu, iyi bir ölçü hakikaten. Çünkü hem polisin hem de protestocuların kendilerine çeki düzen vermesi gerektiğini ima ediyor. Polis, lüzumsuz yere copuna ve biber gazına sarılmamayı öğrenmeli. Protestocular da, şiddete başvurmadan, medenice tepki göstermeyi bilmeli.
İşin daha sorunlu olan kısmı şu ki, bazı protestocular, polisle çatışmayı özellikle istiyor. Bunun için hazırlık yapıyor, “savaş baltalarını” bileyip çıkıyorlar meydana.
Bu noktada da polis için kritik nokta “ölçü” meselesidir. Düşman ordusuna kılıçla dalan süvari gibi davranmak değil, saldırgan göstericileri etkisiz hale getirirken diğerlerine dokunmamaya özen göstermektir.
“İşkence ayıbı” konusunda gösterilen gelişmeye bu alanda da acilen ihtiyacımız var. Hükümete, İçişleri Bakanlığı’na ve emniyet müdürlerine saygıyla arz edilir…