Ermeni Töresi ve ‘İslamsız Dünya’
[15 Aralık 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hafta sonu manşetlere düşen “töre cinayeti” çok trajikti: Ermeni bir kız Müslüman bir genci sevmiş, evlenmişler, ancak düğünden sadece 10 gün sonra acımasızca katledilmişlerdi.
Cinayeti itiraf eden ağabey, sebebin “cemaat bağnazlığı” olduğunu bağırıyordu adeta. Hıristiyan aile, Müslüman oğlana kız vermek istememişti. Genç kızın isyankarlığı kabul edilemezdi Sonuçta onların da bir “töresi” vardı…
Aslında eminim ki başka hemen herkes gibi Ermeni cemaati de bu korkunç olaya çok üzülmüştür. Hem onlara hem de öldürülen damadın ailesi ve çevresine başsağlığı diliyor, üzüntülerini paylaşıyorum.
Ancak işin bu insanı boyutu ne kadar acıysa, sosyolojik boyutu da o kadar öğretici. Özellikle de, son dönemde Batı’da sanılanın aksine, “cemaat bağnazlığı”nın Müslümanlara has bir sorun olmadığını göstermesi açısından.
Batı’da böyle bir algı var, çünkü kadına baskı, töre cinayetleri ya da “din değiştirenin cezalandırılması” gibi bazı vahim tabloları Batılılar hep Müslümanlarda görüyor. Buradan yola çıkarak da, tüm bu sorunları İslam’a mâl ediyor, giderek “İslamofobik” olup çıkıyorlar.
Aynı kafa, Türkiye’deki laikçilere de hakim. Onlara göre de sorun, İslam dünyasının ve Türkiye’nin yeterince sekülerleşmiş, yani dinden kopmuş olmaması. Çünkü sanıyorlar ki, insanlar ne kadar sekülerleşirse o kadar “birey” olur. Seküler Türkler’in “Ulu Önder”e, seküler Kürtler’in de “Önderlik”e kulluk etme noktasına gelebildiğini pek fark etmiyor, buradan bir ders çıkarmıyorlar.
Oysa tüm bu örneklerin işaret ettiği önemli bir ders var: Bireylerin iradesini tanımayan, onları baskıyla veya “töre cinayetleri” gibi cezalarla yola getirmeye çalışan “ataerkil” zihniyetin, İslamiyet’le veya bir başka dinle doğrudan ilgisi yok. Ama hem Müslümanlar hem de başkaları (örneğin Ermeniler), Ortadoğu coğrafyasında çok yerleşik olan bu zihniyetin etkisi altında kalabiliyor.
Bu nüanslar başta dediğim gibi bugün Batı’da pek görülmüyor, bu yüzden de İslam karşıtı ön yargılar güçleniyor. Bu gidişata karşı çıkan entelektüellerden biri ise, bizde “CIA ajanı” diye bilgisizce damgalanan Graham Fuller. Fuller’in bu yıl başında yayınlanan, geçtiğimiz günlerde de Türkçesi çıkan “A World Without Islam”, yani “İslamsız Dünya” adlı kitabı, önemli bir katkı.
Fuller, bugün bazı Amerikalıların “İslam olmasa dünya ne iyi olurdu” diye hayıflandığını anlatıyor ve cevaben şöyle diyor: “İslam olmasaydı da Ortadoğu’daki sorunların hemen hepsi aynen var olurdu.”
Örneğin Fuller’e göre “İslami radikalizm” veya “İslamcı terör” denen olgunun kaynağı, Ortadoğu halklarının Batı emperyalizmine veya İsrail işgaline karşı tepkisi. “Filistinliler hangi dinden olsalar savaşacaklardı İsrail’le” diyor.
Kültürel düzeyde ise Fuller, Müslümanlar ile Doğu Hıristiyanları arasındaki benzerliklerin altını çiziyor. Modern Batı’nın “bireyi önceleyen kültürü”nün, sadece Müslümanlar değil Ortadoğulu Hıristiyanlar tarafından da paylaşılmadığını, ataerkilliğin onlarda da güçlü olduğunu hatırlatıyor.
Geçen hafta yaşadığımız “Ermeni töre cinayeti” ise, galiba bunun acı bir örneği…
Ve bence bu kıssadan çıkan iki önemli hisse var.
Birincisi, İslamofoblara ve laikçilere: İslamiyet’e atfettikleri sorunların kaynağı, aslında çoğunlukla başka yerde. Hatta kısmen kendilerinde.
İkinci hisse ise, muhafazakâr Müslümanlara: “İslam’ı muhafaza ediyoruz” diye korudukları bazı gelenekler ve zihniyetler, aslında İslami değil sadece “doğulu” olabilir.
Oysa “doğululuk”, Müslümanlık değildir.