Bir Zihin Durdurucu Olarak ‘Ilımlı İslam’ (II)
[10 Kasım 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
İslam hukuku alanında büyük bir otorite olan Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki köşesinde önemli konulara değiniyor. Son iki yazısında “recm”, yani “taşlayarak idam” meselesine el attı. Kuran’ı Kerim’de bulunmayan, ancak hadisler aracılığıyla İslam hukukunun bir parçası haline gelmiş olan bu ağır cezanın aslında “sabit” olmadığını, yani terk edilebileceğini savundu.
“Ne gerek var böyle tartışmalara, Türkiye’de şeriat mı uygulanacak sanki” diyebilirsiniz. Oysa recm meselesi, bizi değilse de, İslam dünyasını ve dahası tüm dünyayı ilgilendiriyor. İran’da Sakine Aştiyani isimli kadına verilen recm cezası, küresel medyanın manşetlerinden aylarca inmedi. Sakine son anda kurtuldu, ama İslam’ın “ barbar bir din” olduğu şeklindeki yanlış algı da milyonlarca insanın zihnine bir kez daha kazındı.
Hayrettin Karaman hoca da recm konusuna niçin girdiğini açıklarken işin bu yönüne değinerek şöyle yazmış:
“İslam’da ne vardır, ne yoktur konusunda bir dizi yazı kaleme almıştım. Maksadım İslam’ın temiz, güzel, nurlu yüzünü kirli, kara, çatık göstermek isteyenlerin ellerinden bazı fırsatları almaktı. Evet maksadım yalnızca bu idi; modermizmin etkisinde kaldığım, onlara yaranmak, onlar tarafından beğenilmeyi istemek, bu etki altında İslam’ı çağa uyarlamak gibi bir maksadım yoktu .”
Kanımca bu satırlarda hem Karaman hocanın iyi niyeti okunuyor, hem de bu niyetin bazılarınca kötüye yorulduğu.
Bu ise, daha önce yazdığım “Bir zihin durdurucu olarak ‘ılımlı İslam’” başlıklı yazıdaki sorunu hatırlatıyor bana: Bazı tutucu Müslümanların “Batı’nın isteklerine boyun eğmeyeceğiz” diyerek, İslam dünyasında gerçekten var olan “yenilenme” (tecdid) ihtiyacının önüne set çekmeleri. Bu ihtiyacı görenleri de “tavizkârlık” ve hatta “satılmışlık”la suçlamaları...
Bunun o kadar çok örneği var ki... Mesela bizde pek bilinmeyen, ama Kuzey Afrika’da çok yaygın olan “kadın sünneti” diye korkunç bir adet var. 2006 yılında Kahire’de düzenlenen bir konferansta bir araya gelen fıkıh alimleri bu sorunu ele alıyorlar. Çoğu, bunun İslam’da yeri bulunmadığı, bazı dini kaynaklara sonradan girmiş bir gelenek olduğu görüşünde.
Ama katılımcılardan biri, şiddetle karşı çıkıyor. “Bu konferans Batı’nın yeni bir oyunudur!” diye de suçluyor.
Neden “Batı’nın yeni bir oyunu”?
Kadın sünneti Batı medyasında da kınanıyor ya, ondan...
Bu kafaya göre, iyi Müslüman olmak istiyorsanız, Batılılar neyi eleştiriyorsa ona sahip çıkacak, ne diyorlarsa onun tersini yapacaksınız.
Böyle düşünenlerin farkında olmadığı nokta ise, tam da bu tepkisellik üzerinden kendilerini fena halde Batı’ya endekslenmiş olmaları. Çünkü “Batı ne derse doğrudur” demekle, “Batı ne derse yanlıştır” demek arasında kullanılan “kıstas” açısından bir fark yok.
Bence her ikisi de komplekslere dayanan bu iki uç tutumu aşmak, ve “İslam’ın çağımızdaki meseleleri nedir” diye sakin kafayla düşünmek lazım.
Bugün dünya çapında ortaya çıkan “olumsuz İslam algısı” da bu meselelerden biridir. Tek görevleri “direniş” yahut “mücadele” olmayan, aksine “tebliğ ve temsil” sorumluluğu da taşıyan Müslümanların bunu dert etmesi ise, ilkesiz bir “yaranmacılık” değil, haklı bir hassasiyetir.
Bu hassasiyetin, dine sonradan girmiş bazı gelenekleri, yahut kendi zamanı için geçerli olup da bugüne bakmayan bazı din yorumlarını sorgulatması da kötü bir şey değildir.
Aksine, merhum Mehmet Akif’in güzel ifadesiyle, “Kur’an’ı asrın idrakine söyletmenin” bir vesilesidir belki de...