Muhafazakârların Küreselleşmesi
[15 Kasım 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
28 Şubatçı generaller, “gerekirse bin yıl sürecek” bir rejim kurduklarına inanıyorlardı. Ama, kader bu ya, tepetaklak olmaları bir on yıl bile sürmedi.
Bununla birlikte, 28 Şubat rejimi tümüyle etkisiz de kalmadı. Muhafazakar kesimi istediği gibi ezemedi; ama o kesim içinde güçlü bir “değişim” dinamiğini de tetikledi.
Bu dinamiğin bazı ilginç sonuçlarını ise geçen hafta Viyana’da gördüm ki, size ondan söz etmek istiyorum.
Her şey, Avusturya başkentinde okuyan muhafazakar Türk öğrencilerin kurduğu WONDER adlı derneğin, beni “Kürt Sorunu” hakkında konuşmak üzere davet etmesiyle başladı.
Oraya varınca öğrendim ki WONDER’in temelleri, 2000 yılında Türkiye’den kalkıp buralara gelen bir grup başörtülü öğrenci tarafından atılmış. 28 Şubatçıların üniversitelerden dışladığı bu genç hanımlar, önlerine konan “ baskıya boyun eğmek” veya “evde oturmak” seçeneklerinin her ikisini de reddedip, “üçüncü yol” niyetine Batı’ya açılmışlar.
İlk başta biraz endişeliymişler, bu “gavur memleketi”nde nasıl karşılanacaklarına dair. Ama başörtülerini her yerde serbestçe giyebildiklerini, hiç bir “kamusal alan”dan dışlanmadıklarını görünce giderek ısınmışlar Avusturya’ya.
Bilgisayar teknolojisi mastırı yapan 25 yaşındaki Hatice hanımın ilginç bir anısı var bu konuda. İlk geldiği yıl, üniversitedeki bayan hocasından “başörtün ne kadar şık, çok yakışmış sana” diye bir iltifat duymuş. Türkiye’de hep “sıkmabaş” gibi aşağılayıcı sözlerin, iğneleyici bakışların hedefi olmaya alışmışken, şaşırmış buradaki bu nezakete.
Durum böyle olunca Viyana’ya gelen 28 Şubat mağdurlarının sayısı giderek artmış. Sadece başörtülüler değil, “laik apartheid”a maruz kalan imam-hatip mezunu erkek öğrenciler de gelmiş. Sayıları 1200’ü aşmış. Aile desteğiyle, bursla ya da hem okuyup hem çalışarak karşılıyorlar masraflarını. Bazıları İstanbul’dan, çoğu Anadolu’dan.
Liberal, demokratik ve müreffeh Batı toplumunda edindikleri “hayat tecrübesi” ise bu mütedeyyin gençleri etkilemiş. Bu yüzden dindarlıklarını koruyor, ama geleneksel din anlayışındaki bazı unsurları sorguluyorlar.
Örneğin 24 yaşındaki Muhammed, “din adına baskı”ya çok karşı. “Laikler bize çok haksızlık yaptı, ama bizim okuduğumuz imam-hatip okullarındaki kültür de epey otoriterdi” diyor. “Cemaatçi” din anlayışını da eleştiriyor, “mümin bir birey olmak”tan söz ediyor.
Başörtülü öğrencilerle sohbet ettiğimde “hak ve özgürlükler”i çok benimsediklerini görüyorum. “Avusturya’da onlarca cami açılabildiğine göre, Hıristiyanlar da Türkiye’de kilise açabilmeli” diyorlar. Buradaki ırkçı akımı eleştiriyor, ama iğneyi biraz da “bazı göçmenlerin uyumsuz ve görgüsüz tavıları”na batırıyorlar.
WONDER’in kız yurdunda 200 civarında öğrenci kalıyor. Yüzde 90’ı tesettürlü. Diğerlerine “siz de kapanmayacak mısınız, mahalle baskısı yok mu” diye soruyorum. “Hayır, çok rahatız, gayet özgürüz” diyorlar.
Bu da, “başörtülüler üniversiteye girerse, başı açıkları da zorla kapattıracaklar” şeklindeki popüler paranoyayı bir kez daha yalanlıyor.
Viyana’daki tablonun gösterdiği bir diğer gerçek de şu: Muhafazakarlar, bazı Kemalistlerin açıkça “tehdit” olarak tanımladığı “küreselleşme” sürecine gayet iyi adapte olabiliyorlar. Hem kendileri kalıp, hem de dünyaya açılabiliyorlar.
Ne de olsa İslam evrensel bir din. Ve tüm yeryüzü, Müslümanlar için bir “mescid”.
Son olarak, tüm okurların Kurban Bayramı’nı tebrik eder, hayırlara vesile olmasını dilerim; hem Türkiye’de, hem de bütün kürede...