Yeni Türkiye’den Kim Mutlu, Kim Değil?
[4 Kasım 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
“Yeni Türkiye” kavramını gündemimize Star taşıdı. Referandumdan sonra atılan ilk manşet bunu ön plana çıkarmıştı. Referandumdan bu yana hazırlanan en kapsamlı röportaj dizisi de “Yeni Türkiye”nin ne olduğunu ve nereye gittiğini irdeledi.
Peki nasıl bir şey bu “Yeni Türkiye”? Sekiz günlük dizide yapılan en iyi tariflerden biri, galiba Prof. Deniz Ülke Arıboğan’dan geldi:
“Yeni Türkiye’nin görüntüsü, dışarıdan düşmanlarla çevrili ve içeride de potansiyel tehlikeler ve tek tip tasarıma karşı çıkan güvenilmez vatandaşlarla dolu bir ülkeden çok, uzlaşma ve işbirliği arayan bir model.”
Bir başka deyişle, Türkiye içindeki demokratikleşme ile Türkiye dışındaki “sıfır sorun” açılımı, birbirine paralel, birbirini besleyen süreçler.
Star’a konuşan aydınların çoğu, söz konusu demokratikleşme sürecini teslim ediyor. Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Mehmet Genç, şöyle çarpıcı bir yorum dahi yapıyor:
“Türkiye’nin son 10 yılda kat ettiği mesafe, Türkiye’nin daha önceki özgürlükler ve demokrasi hızına göre 50 hatta 100 kat artmıştır.”
Gelgelelim, toplumdaki kesimler, bu “özgürlük artışı”nın varlığına pek kâni değil. Koç Üniversitesi’nden Prof. Çiğdem Kağıtçıbaşı’nın “bugün demokratikleşme, özgürleşme söz ediliyorsa da, ben ve etrafımdaki insanlar bunu hissetmiyoruz” sözü, tam da bunun ifadesi.
Peki, sahiden, özgürlük ve demokrasi artıyorsa, neden bunu herkes hissetmiyor?
Cevap bence şu: Özgürlük ve demokrasinin artması, en çok “eski Türkiye”de bir şekilde mağdur edilmiş kesimlere yarıyor. Eğer mütedeyyin, Kürt, veya gayrımüslim (özellikle Ermeni) iseniz, eskiden beridir üzerinizde var olan baskıların hafiflediğini görüyor, seviniyorsunuz bu işe.
Buna karşılık, Baskın Oran hocanın “Lamüsüt” diye kavramsallaştırdığı “Laik-Müslüman-Sünni-Türk” kategorisinde iseniz, hele de Kemalist bir “Cumhuriyet çocuğu” yahut “Cumhuriyet kadını” iseniz, o zaman ne özgürlüklerin artmasını hissediyor ne de buna ihtiyaç duyuyorsunuz: Zaten hep vardı her türlü özgürlüğünüz!..
İşte tam da burada ahlaki bir testten geçiyor “Lamüsüt”ler: Bazı haklı eleştirileri ve anlaşılır endişeleri bir yana, “ikinci sınıf” olagelmiş vatandaşların da birinci mevkiye çıkıp kendileriyle eşit olmasına sevinecekler mi? Yoksa kızacaklar mı bu işe?
Örneğin, başörtülülerin çiğnenmiş haklarını kazanmalarına “ne güzel, hep birlikte kardeşçe yaşayalım” diye mi bakacaklar? Ya da “istemiyoruz bu sıkmabaşları burada! İran’a gitsinler!” mi diyecekler.
Birincilerin tarihe “demokratlar”, hatta, bırakın demokrasiyi, “vicdanlılar” diye geçeceğini düşünüyorum.
İkinciler ise korkarım daha nahoş sıfatlarla anılacaklar.