‘Vatanı Satmanın’ Vatana Faydaları
[3 Kasım 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hürriyet’in kadim başyazarı Oktay Ekşi’nin mâlum yazısı, çok ama çok yanlıştı. Bunun üzerine yapılabilecek tek doğru şey ise istifa etmekti ki, öyle de yaptı. Umarım bu, Oktay bey açısından tartışmanın sonu olur.
Ancak bence ortada tartışmamız gereken başka bir şey var: Sayın Ekşi gibi nezaketiyle tanınan bir insanı bile bu kadar çileden çıkarıp ağır hakaretler etmeye götüren “vatan satılıyor” algısı. Kemalist kesimin bu konudaki endişesi, “laiklik elden gidiyor” korkusu kadar büyük neredeyse.
“Vatan satılıyor” derken kast ettikleri de, devlete ait olan mülklerin özelleştirilmesinden ibaret. Bunun “talan” olduğuna inanıyorlar. Özelleştirilen mülkleri satın alanlar arasında “yabancılar” varsa öfkeleri daha da büyüyor. Cennet vatanımızın alçak ecnebilere “peşkeş çekildiğine” hükmediyorlar.
Böyle düşünenler farkında mı bilmiyorum, ama bu tepkilerinin altında bugün dünyada büyük ölçüde terk edilmiş olan “korumacı-devletçi” iktisat teorisine olan inançları yatıyor. Buna karşılık rahmetli Turgut Özal zamanından beri başlayan ve bugün de AK Parti tarafından sürdürülen özelleştirme ve yabancı sermaye çekme politikaları ise, fikri kökenleri Adam Smith gibi İngiliz iktisatçılara (ve hatta Müslüman alim İbn-i Haldun’a) uzanan “liberal iktisat” teorisine oturuyor.
Bu iki teoriyi test etmiş dünyadaki en iyi “deney tüpü” ise Kore yarımadası. Adanın yukarısında, dünyanın en “korumacı-devletçi” rejimi olan Kuzey Kore hüküm sürüyor. Aşağısında ise, bizim askerlerimizin de kahramanca çarpıştığı bir savaşla Kuzey’in işgalinden kurtulduktan sonra nispeten liberal bir rejim benimseyen, 80’lerden itibaren de tam liberal iktisat uygulayan Güney Kore var.
Kuzey Kore’nin iktisat anlayışı, bizdeki sol-Kemalistlerinkinden çok farklı değil. Dış dünyanın “emperyalist sömürü” getireceğini, bu yüzden “kendine yeten ekonomi” kurmak gerektiğini, bunun için de devletin her şeye hakim olması gerektiğini öngörüyor. (Kuzey Kore’nin bir de “Ulu Önder kültü” var ki, o da epey tanıdık.)
Peki “emperyalistlerden” böyle sıkı sıkıya korunmak, vatanın bir karışını bile “satmamak” ve devlet mülkiyetini maksimuma çıkarmak, Kuzey Kore’ye yaramış mı?
Ülkeyi yöneten Komünist Parti kadrolarına (yani “statüko”ya) yaradığı kesin. Onların keyfi pek yerinde. Ama halkın durumu felaket. Bırakın fakirliği, düpedüz kıtlıkla pençeleşiyor Kuzey Koreliler.
Sınırlarını yabancı sermayeye açan, bolca yatırım çeken, bu sayede kalkınıp gelişen Güney Kore ise bölgenin en müreffeh ülkelerinden biri. Hyundai, Kia, Samsung gibi dünya markaları çıkarıyor.
İşte, “vatan satılıyor” hamaseti ile küplere binen Türkler, biraz dünyaya bakıp böyle örnekleri görmeliler.
Dahası anlamalılar ki, bir işletmenin devlet mülkiyetinde kalması onu “halka” değil “bürokratik oligarşi”ye ait kılıyor.
Yine anlamalılar ki, yabancı sermaye Türkiye’ye gelip yatırım yaptığında topraklarımızı ele geçirmiş, egemenlik hakkımızı ortadan kaldırmış olmuyor. Aksine, kendi kâr ederken, “kazan-kazan” formülüyle Türkiye’ye de kazandırıyor; işsiz vatandaşa iş imkanı yaratıyor.
Oktay Ekşi gibi “hidroelektrik santral istemezük!” diyenler de anlamalı ki, nüfusu ve enerji tüketimi artan Türkiye’nin yeni enerji kaynaklarına ihtiyacı var.
Çünkü modernleşme, Ankara’da Cumhuriyet balosu düzenlemekle olmuyor. Ticaretin, sanayinin, teknolojinin gelişmesiyle oluyor.
Menderes-Özal-AK Parti çizgisinin iyi anladığı bu yalın gerçeği de, Kemalistler ne yazık ki bir türlü kavrayamıyor.