Evet, İlkokulda Bile Serbest Olmalı
[27 Ekim 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Başörtüsü yasağını üniversitede korumanın artık iyice zorlaştığını gören laikçi cephe, birazcık geri çekilip yeni bir sipere yattı: Kampüste olur, ama kamuda olmaz. İlköğretimde hiç olmaz!
Buna karşı benim fikrim ise yıllardır aynı: Gerek başörtüsü gerekse başka herhangi bir dini kıyafet, her yerde ve her yaşta giyilebilmelidir. Buna karışmak da, Yargıtay Başsavcısı dahil, hiç kimsenin haddine değildir.
Değerli dostum Bekir Berat Özipek, işin kamu kısmını geçenlerde gayet iyi anlattı bizim gazetede: “Başörtülü kamu çalışanı olur mu” sorusu, “başörtüsüz kamu çalışanı olur mu?” sorusu kadar saçmadır dedi. Devletin toplumda varolan giyinme biçimlerinden birini “norm” olarak alıp diğerini “anormal” ilan edemeyeceğini, aksinin “ayrımcılık” olduğunu yazdı. (Star, 12 Ekim 2010)
Evet, bence de ortada korkunç bir ayrımcılık var ve bir an önce bitmeli. Dolayısıyla “türbanlı” memurlarımız, müdürlerimiz, valilerimiz, yargıçlarımız olabilmeli. Hele de “yüzde 10 seçim barajı”ndan çok daha vahim olan “yüzde 60 oranındaki başörtülü kadınların seçilme barajı” mutlaka kalkmalı.
Ama ben daha da ileri gideceğim: Başörtüsü, üniversite öncesinde de serbest olmalı. 7 yaşındaki bir kız çocuğu bile, eğer ilkokul kapısına örtülü geliyorsa, geri çevrilmemeli.
Peki bunu kız çocuklarının örtünmesini desteklediğim için mi söylüyorum?
Hayır. İslam’da dini sorumluluğun buluğ çağında başladığının farkındayım ve bunun öncesindeki “tesettür”ü dinen gereksiz görüyorum. Dahası pedagojik açıdan da olumlu bulmuyorum.
Ama bunlar benim fikirlerim ve hiçbir aile bunlara uymak zorunda değil. “Çocuğumuz küçük yaştan itibaren tesettüre alışsın, o ruhla büyüsün istiyoruz” diyen bir aileye karışamam. (Hak taleplerini illa siyasi konjonktüre uydurmalarını bekleyip, aksi olunca “sizi gidi provokatörler” diye de kendilerine çıkışamam.)
Laikçi cepheden gelecek itirazı tahmin etmek zor değil: “Ama o zaman o çocukların körpecik beyni muhafazakar dinle yıkanmış olacak!”
Muhtemelen de bunu söylerken aynı çocukların beyinlerinin “çağdaşlık”la, “Atatürk ilke ve devrimleri”yle, “varlığını Türk varlığına armağan etmek”le yıkanmasında, hem de bunun devlet tarafından her çocuğa tek tek yapılmasında hiçbir sakınca görmeyecekler.
Gerçekte ise çocuklar devlete değil ailelerine aittir. Ve her aile çocuğunu kendi inanç ve değerlerine göre yetiştirme hakkına sahiptir. Hindu aile Hinduca, ateist aile ateistçe, Müslüman aile de Müslümanca yetiştirebilir evladını.
Ve bu yetiştirme, muhafazakarlık derecenize göre, “dini kıyafet giydirme”yi de içerebilir.
New York’a her gittiklerinde 5. Cadde’deki şık mağazaları turlayan sevgili Beyaz Türklerimiz, bir zahmet Brooklyn’deki Ortodoks Yahudi mahallelerine de uğrarlarsa biraz aydınlanabilir, “körpecik” Yahudi çocuklarını “kippa” denen takkeleriyle görebilirler.
Ailelerin bu doğal hakkına karışmak, çocukları devletin mülkü gibi görmek ise, totaliter rejimlere has bir iştir.
Siyasi görüşlerini önemsediğim ve çoğunlukla beğendiğim AK Parti milletvekili Zafer Üskül’ün bunu nasıl atladığını ve “devlet o çocukları ailelerinden alır” şeklindeki o çok yanlış sözü nasıl sarf ettiğini merak ediyorum.
Üskül, argümanını “çocukların öğrenim özgürlüğünün engellenmesi”ne dayandırmış. Ama burada bu özgürlüğü engelleyen, başı örtülü kızını okula göndermek isteyen aile değil ki… “Bu kız buraya böyle giremez” diyen devlet.
Devlet bu dayatmayı bıraktığında, hep şikayet ettiğimiz “kız çocuğunu okutmama” eğilimi de azalabilir.
Ve Türkiye, özgürlüğün sadece “değerli” değil aynı zamanda “faydalı” da olduğunu öğrenebilir.