Kemalizm Niçin Laikliğe Aykırıdır?
[21 Ekim 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hürriyet’in koyu Kemalist yazarı Özdemir İnce, geçenlerde “Türban fesadı” başlıklı bir yazı yazdı. İçinde, “Türban, kahverengi faşist gömleği gibi, gamalı haç gibi bir simgedir” gibi bir laf etti ki, apaçık bir hakaret olan bu lafı irdelemeye gerek görmedim. Çünkü kanımca siyasetten ziyade psikiyatrinin ilgi alanına giriyor.
Fakat aynı yazıdaki başka bir ifade kayda değerdi, çünkü Türkiye’de 80 yıldır hüküm süren tuhaf laiklik anlayışını bir cümleyle özetliyordu. Türbanın “kamusal alan”a yönelik bir saldırı olduğunu ileri süren İnce, laik devletin toplumu bu saldırıdan koruması gerektiğini savunuyor ve şöyle diyordu:
“Laiklik, zaten bireyi ve toplumları dinlerin saldırısına karşı korumak için ortaya çıkmıştır.”
Peki ama dünyada laiklik gerçekten böyle mi tarif edilir?
Hayır. Daha doğrusu üstteki laiklik tarifi, madalyonun sadece bir yüzüne karşılık gelir. Aynı derecede önemli olan diğer yüzde ise, Özdemir İnce gibilerin hiç söz etmediği bir başka amaç vardır: Dini ve dindarları, devletin muhtemel saldırılarına karşı korumak.
Laikliğin bu iki farklı ama paralel hedefi, dünyanın en eski laik cumhuriyeti olan ABD’nin anayasasında ifade olmuştur ilk defa. “İlk Tadilat” denen 1791 tarihli düzenlemeyle anayasaya eklenen bir maddede şöyle denmiştir:
“Kongre (yani Amerikan Parlamentosu), ne dini tesis eden, ne de onun özgürce yaşanmasına engel olan bir kanun yapacaktır.”
Amerikalılar, bu hükmün hem “dinden özgürlük” hem de “din özgürlüğü” sağladığını söylerler. Birincisi, bizdeki tabirle “laik yaşam biçimi” denen şeyi korur; yani vatandaşlara dini bir baskı yapılmasını engeller. İkincisi ise “mütedeyyin yaşam biçimi”ni korur ve buna yönelik her türlü muhtemel baskının önüne geçer.
Peki Türkiye’deki sorun nedir?
Sorun, hem resmi laiklik anlayışının hem de onun Özdemir İnce gibi taraftarlarının sadece “dinden özgürlük” üzerine yoğunlaşması, buna karşılık “din özgürlüğü”nü çiğnemekte hiçbir sakınca görmemesidir.
Bu açıdan, Türkiye’de “çağdaşlaşma devrimleri” denen otoriter uygulamaların çoğunun, aslında üstteki evrensel anlamıyla laikliğe aykırı olduğunu söyleyebiliriz.
Örneğin, 1924 yılındaki ünlü “tekke, türbe ve zaviyelerin kapatılması” kararı, laikliğe aykırıdır. Medreselerin kapatılması, tarikatların yasaklanması, yahut Arapça ezanın engellenmesi de yine din özgürlüğünü ve dolayısıyla laikliği çiğneyen uygulamalardır.
“Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve meczuplar memleketi olamaz” şeklindeki o meşhur söz de laikliğe fena halde aykırıdır. Laik bir ülkede isteyen şeyh olur, isteyen de mürid. Bunları engellemeye kalkmak, laik devletin haddine değildir.
Kemalistlerin “laiklik” sandığı şeyin evrensel anlamda bu kadar gayr-ı laik olmasının sebebi ise, arkasında yatan nev’i şahsına münhasır felsefedir. Amerikan laikliğinin ardındaki felsefe “liberalizm”, önündeki hedef ise “her vatandaşın özgürlüğünü korumak” iken, bizdeki laikliğinin ardındaki felsefe “pozitivizm”, önündeki hedef ise “dinin gücünü kırmak” olmuştur.
Bu açıdan Kemalist laiklik, dine karşı koyu bir güvensizlik ve husumetin hüküm sürdüğü Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’ne benzer. Ama bugün Beşinci Cumhuriyet’le yönetilen Fransa dahi çoktan daha ılımlı hale gelmiş, din özgürlüğünü çok daha genişletmiştir.
Türkiye’ye de bugün gereken, böylesi bir ılımlılaşma ve evrensel anlamda yeni bir laikliktir.