‘Beyaz Türkler’ Kime Biat Ediyor?
[18 Ekim 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök, “Beyaz Türklerin yeni başkenti” başlıklı bir yazı yazdı geçenlerde. Ve sıkça tartışılan bu “Beyaz Türk” kavramına bir dizi tanım getirdi. Bana en ilginç gelen ise, alt alta yazdığı şu iki maddeydi:
“- Beyaz Türk, Cumhuriyet ilkeleri ile büyümüştür. Atatürk’ü fanatikçe seveni de vardır, ona her dönem çağdaş anlamlar yükleyerek seveni de. Ortak özelliği ise, Atatürk’ün kişiliğine dokunulmasından hazzetmemesidir.”
- Beyaz Türk’ün çocuğu ‘biat’ değil, ‘itiraz’ kültürü ile büyür.”
Siz de fark ettiniz mi bilmiyorum, ama burada bir çelişki, bir tuhaflık var.
Çünkü Beyaz Türk, bir taraftan “itiraz kültürü” ile büyüyen, yani her şeyi sorgulayan bir tip. Ama konu Atatürk’e gelince “aaa, orada dur!” diyen birisi.
Yani aslında onun da kendine has bir “biat kültürü” var; Atatürk’e itaat ediyor, sorgusuz-sualsiz.
Peki acaba bu durum Beyaz Türk’e nasıl bir dünya görüşü kazandırıyor?
Önce şunu tespit edelim: Atatürk’ün iki farklı tarihsel rolü var. Birincisi, Kurtuluş Savaşı’ında gösterdiği cesur ve başarılı liderlik. Bu açıdan hepimiz ona minnettar olmalıyız.
Fakat Kurtuluş Savaşı sonrasında Atatürk artık belirli bir siyasi görüşün ve partinin lideri. Bu durumda da Atatürk’ü eleştirmek, hatta ona muhalif olmak, “vatan hainliği” anlamına gelmiyor. Sadece farklı düşünmek anlamına geliyor.
Atatürk’ün düşünceleri ise, kendisine gökten bildirilmiş “tarih üstü” hakikatler değil. O dönemde dünyada var olan fikir akımlarından bazılarının bir derlemesi.
Altı Ok’ta ne yok?
Bakın, burada kritik bir nokta var: Biz Atatürk’ün Cumhuriyet’le birlikte “Türkiye’nin yüzünü Batı’ya çevirdiğini” söyleyip duruyoruz. Ama o dönemde Batı’nın pek matah bir yer olmadığını ıskalıyoruz.
Evet, 1930’ların Avrupası bugünkü gibi bir “liberal demokrasiler cenneti” değildi. Aksine, başta faşist İtalya ve Nazi Almanyası olmak üzere bir dizi otoriter rejim sürüyordu yaşlı kıtada. Öte yanda Sovyetler Birliği, bir başka “başarılı model” gibi duruyordu.
Atatürk bunların hiç birine tam olarak itibar etmese de, bu rejimlerin kimi unsurları ve söylemleri, onu ve diğer bazı CHP seçkinlerini etkiledi. O yüzden faşist İtalya’nın “korporatist ekonomi” modeli benimsendi 30’larda. Yahut Nazi Almanyası’nın biyolojik ırkçılığı Ankara’da yankı buldu, “Türk kafatasının çapı” ölçüldü. Din konusunda da o devrin pozitivist dogmaları özümsendi.
Sonunda, CHP’nin faşizme en yatkın isimlerinden biri olan Recep Peker, “Atatürk ilkeleri”ni meşhur Altı Ok’la özetledi.
Çocukluktan beri hepimiz ezbere biliyoruz bu Altı Ok’ta nelerin var olduğunu. Ama nelerin var olmadığını pek fark etmiyoruz.
Mesela demokrasi yok, bu Altı Ok’un içinde... Bireysel özgürlük yok... İnsan hakları yok... Sivil toplum, çoğulculuk, farklılıklara saygı gibi kavramlar da yok...
Zaten dikkat ederseniz, “Atatürk’e kesin biat” halindeki en koyu Beyaz Türkler, Atatürk-sonrası dünyada çıkmış birer “bid’at” gibi gördükleri bu kavramlara bir türlü tam ısınamıyorlar.
Bu yüzden de, “Batılı yaşam biçimi” süren, ama Batı’nın “liberal demokrasi”si yerine ırkçı “Apartheid rejimi”ni savunan Güney Afrikalı Beyazlara benziyorlar biraz.
Türkiye’nin “zencilerine”, yani başörtülü kadınlara karşı besledikleri akıl almaz düşmanlıkla bunu bir kez daha kanıtladılar. Eşit vatandaşlığa karşı yürüttükleri savaşın bitmediğini gösterdiler.
Çünkü, baksanıza, en “ılımlı” olanları bile, cepheyi biraz daha geride (“kamu”da) kurup, savaşı sürdürmekten başka bir şey yapmıyor.