Kusturica Yandaşlığının İdeolojik Anatomisi
[13 Ekim 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
“Antalya’dan Bir Sırp Faşisti Geçti” başlıklı son yazım üzerine bazı okurlardan itiraz mesajları geldi. “Kusturica 4 ay önce Bursa’ya geldiğinde neredeydiniz; belediye AKP’li değil de CHP’li olunca mı kızıyorsunuz” diye sordular. Medyada da aynı telden çalanlar var.
Oysa bu soruların cevabı basit: Kusturica Bursa’ya geldiğinde, ben dahil, hemen hiç kimsenin haberi olmamıştı bundan. Daha da önemlisi, Kusturica’nın Miloseviç yanlısı ve “soykırım aklayıcısı” tavrını da, ben dahil, çoğu insan bilmiyordu.
Bilselerdi, durum sanırım farklı olurdu. Örneğin, “Bursa konserinde Kusturica müziğiyle coşan türbanlı kızlar,” aynı adamın Bosnalı hemcinslerine yapılan sistematik tecavüzü akladığını duysalardı, başka türlü davranırlardı herhalde.
Bu açıdan muhafazakar kesime (ve aslında tüm Türkiye’ye) “sizin de dünyadan haberiniz yokmuş kardeşim” diye eleştiri getirilebilir ve bu da haklı olur. Evet, ne yazık ki kendi dertlerimize çok boğulmuş bir ülkeyiz. Avrupa’da yaşanan Kusturica tartışmaları da dikkatimizi çekmemiş. Kabul; hatalıyız.
Ama Antalya’da yaşanan rezillik, “Kusturica’nın neyin nesi olduğunu bilmemek” değil ki... Bunu öğrendikten sonra, adamın bu rezil yüzünü hiç umursamamak, hatta “bize ne kardeşim Boşnak soykırımından” demeye getirmek.
Bu konudaki ilkeli tavrını alkışladığım yönetmen Semih Kaplanoğlu’nun Taraf’ta yayınlanan sözleri, durumun tam da bu olduğunu gösteriyor. Kaplanoğlu da Kusturica’nın “soykırım destekçisi” kimliğini pek bilmiyormuş. Ancak Boşnak yönetmen Danis Tanoviç tarafından uyarılınca araştırmış ve görmüş. Bunun üzerine de, Antalya Film Festivali'ni düzenleyenlere aktarmış meseleyi. Ama buz gibi bir cevap almış:
“Bizim için üst kimlik sanatçı olmaktır. Emir Kusturica da dünyanın kabul ettiği bir sanatçıdır.”
Beyaz Türk İslamofobisi
Bana, açık konuşmak gerekirse, epey iğrenç gelen bu tavrın ardında iki sorunlu zihniyet görüyorum.
Birincisi, benzer olaylarda sıkça karşımıza çıkan “sanat fetişizmi”. Öyle bir dil üretiyor ki bu, sanki sanatçı olmak, bir insanı diğer ölümlülerin tâbi olduğu ahlaki kıstasların üzerine çıkarıyor.
(Bu arada, dikkat ederseniz, söz konusu “sanat fetişizmi”, hat veya ebru gibi geleneksel sanatları değil, sadece bale, tiyatro veya sinema gibi modern sanatları yüceltiyor. Çünkü sadece bunlar Kemalist devletin “çağdaşlaşma” hedefine hizmet ediyor, en azından etmeleri bekleniyor.)
Gerçekte ise sanatın her türlüsü elbette değerlidir, ama kötü amaçlara hizmet ettiği noktada tüm değerini yitirir. Bizim “çağdaş”ların örnek aldıklarını sandıkları Batı’da durum öyledir. Nazi propaganda filmlerinin başarılı yönetmeni Leni Riefenstahl, örneğin, II. Dünya Savaşı sonunda tutuklanmış, yargılanmış ve hukuki değilse de ahlaken hüküm giymiştir.
Kusturica’nın Türk yandaşlarının ikinci (ve daha da belirleyici) zihniyeti ise, geleneksel Beyaz Türk İslamofobisi. Boşnakların Müslüman oluşu, Türkiye’nin çoğunu Bosna’ya özellikle duyarlı kılarken, bunları özellikle duyarsızlaştırabiliyor. Tuna Kiremitçi, Hürriyet’teki köşesinde dürüst bir itirafta bulunmuş bu konuda ve şöyle demiş:
“Beyaz Türkler olarak, vaktiyle Bosna'ya gereken merhameti göstermedik. Bunun ‘İslamcıların işi’ olduğunu düşünüyorduk. Tıpkı şimdi Filistin hakkında düşündüğümüz gibi.”
Bu zihniyetin en uç sahipleri, Bosna’daki vahşet sürerken, “İslamcı İzzetbegoviç”e duydukları antipati yüzünden Sırp yanlısı bir tutum içine dahi girmişti. Cengiz Çandar, o dönemdeki mert yazılarında, “Sırplaşanlar” diye eleştirip deşifre ederdi bunları.
15 yıl önce Sırplaşanlar, geçtiğimiz günlerde de Kusturicalaştılar. Meselenin özü, bu.