Türkçe Yazılar

Zina, İnsanlar ve Hayvanlar

[17 Ekim 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı] Zina yasası tartışması, son haftaların en sıcak gündem maddesiydi. AKP hükümeti, karşılaştığı yoğun muhalefet üzerine, daha önce de bu gibi çetrefilli konularda yapmak zorunda kaldığı gibi, geri adım attı. Daha önceki çetrefilli konularda olduğu gibi, belki bu tartışmayı hiç başlatmamalıydı. Ben, kendi adıma, ahlaki bir mesele olan zinanın ceza hukukuna dahil edilmesini yanlış buluyorum. Çünkü ahlak kanunla empoze edilemez. Eğer empoze ediliyorsa, zaten o ahlak olmaz. İnsanlara "ahlaksız bir şey yaparsanız hapse girersiniz" derseniz, onları ahlaklı değil, en fazla ikiyüzlü yapmış olursunuz. Bence insanların yaptığı şey her ne ise, eğer başkalarına zarar vermiyorsa, ünlü deyişte olduğu gibi, "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler". Yapmamaya ve geçmemeye, kendi vicdanlarıyla karar versinler. AKP eğer "muhafazakar" bir politika izlemek istiyorsa, o zaman o muhafakarlığın içerdiği değerleri güçlendirecek toplumsal eğitim programları düzenlemeli. Bu meselenin "İslami hukuk"la ilişkilendirilmesi ise yanlış olur. Çünkü hem İslami hukukta zinanın tanımı ve yaptırımı farklıdır, hem de İslami hukuk, tanımı gereği, sadece onu kabul edenlere uygulanır. Bir Musevi'ye, Hıristiyan'a, ateiste, deiste veya herhangi bir seküler insana, İslami hukuk uygulanmaz. Dolayısıyla, vatandaşları arasında inanç ayrımı gözetmediği varsayılan "laik Türkiye Cumhuriyeti"nin tüm topluma "İslami hukuk" uygulaması, İslami açıdan bile tutarsızdır. Ama ben bu tartışmaların tümünü bir kenara bırakmak, başka bir şeye bakmak istiyorum: Zina ile ilgili tartışmada tarafların ortaya koydukları argümanların bazı dayanakları, bence tartışmadan kendisinden daha da önemli. Örneğin Güneri Civaoğlu, 2 Eylül tarihli Milliyet'teki yazısını şöyle sonlandırıyor: "Yoksa sevişmek insanlık hakkı değil mi? İnsanlarımız, bu coğrafyada hayvanlar kadar özgür olamayacaklar mı?" Sayın Civaoğlu, insanlar ile havyanlar arasında bir paralellik kurarak, insanların özgürlüğüne bir dayanak sağladığını düşünüyor olabilir. Ancak o paralellik, hem yanlış, hem de son derece tehlikelidir. Yanlıştır, çünkü insan, hayvanlarla aynı kökenden gelen ve aynı kurallara tabi bir varlık değildir. İnsanın "düşünen havyan" veya "ekonomik hayvan" olduğu gibi klişeleri sık sık duyabilirsiniz, ama çok bilimsel bir görüş gibi sunulan bu varsayımın aslında bilimsel dayanağı yoktur. İnsanın, diğer tüm canlılarla birlikte ortak bir atadan rastgele evrildiğini ileri süren Darwin'in evrim teorisi, giderek büyüyen bilimsel açmazlar içindedir. İnsan-hayvan paralelliği, aynı zamanda da tehlikelidir, çünkü "Sosyal Darwinizm" olarak bilinen felsefeyi besler. Bu felsefeye göre, doğaya egemen olduğu varsayılan "yaşam savaşı", insan ırkları, toplumları ve bireyleri arasındaki temel kanundur. Bunun 19. yüzyılda acımasız emperyalist yağmaları, 20. yüzyılda da Nazizm gibi vahşet ideolojilerini beslediğini biliyoruz. Sosyal Darwinizm'in yeni versiyonu olan "sosyobiyoloji" görüşünün savunucuları ise, cinayetten tecavüze kadar pek çok suçun "doğadan aktarıldığını" savunarak bunları bir anlamda meşrulaştırmaktadır. Örneğin Amerikalı biyologlar Thornhill ve Palmer, "Tecavüzün Doğal Tarihi" adlı kitaplarında, bunun "hayvansal üreme içgüdüsü"nün doğal bir uzantısı olduğunu ileri sürmüştü. ABD'nin en koyu Darwinistlerinden Steven Pinker ise, 1997 yılında bebeğini dünyaya getirdikten sonra çöp sepetine atarak Amerika'yı ayağa kaldıran liseli bir kızı, "bu, doğadaki diğer canlılarda da görülen 'yavru eleme' eğiliminin devamıdır" diyerek üstü kapalı savunmuş ve büyük tepki çekmişti. Bu örneklerde de görüldüğü gibi, insanlara "özgürlük" sağlamak adına hayvanlara atıfta bulunmak, sonu olmayan bir ahlaki çöküşü başlatabilir. Evet, hayvanlar sınırsız bir biçimde "özgür"dürler. Öyle oldukları için de birbirlerini öldürebilir, parçalayabilirler. İnsan ise apayrı biz Öz'den gelmektedir. Vicdanı ve Yasa'sı vardır. Özgürlüğünü, bunları reddetmekte değil, keşfetmekte aramalıdır.
All for Joomla All for Webmasters