ABD, "Katı Laikliği" Desteklemiyor
[7 Eylül 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Amerikan dış politikasına yön veren ünlü düşünce dergisi Foreign Affairs'in son sayısında Türkiye'nin Avrupa Birliği üyeliği ele alınıyor. Yorumcu David L. Phillips'e göre, Türkiye'nin AB'ye kabulü, Amerikan çıkarları ve küresel dengeler açısından zorunlu.
Amerika Birleşik Devletleri'nin Türkiye'nin AB hedefini desteklediği, eskiden beridir bilinen bir gerçek. Ancak bu desteğin nedenini ve nasılını bilmek de, hem AB süreci, hem de Türkiye içi dengeler açısından önem taşıyor. Ünlü Foreign Affairs dergisinin son sayısında yayımlanan "Türkiye'nin Üyelik Hayali" başlıklı makale, bu açıdan ilginç perspektifler sunuyor. Makalenin yazarı David L. Phillips, bildiklerimizin yanında, bilsek de o şekilde yorumlamadığımız gerçekleri gözler önüne seriyor.
Foreign Affairs
Önce makalenin yayımlandığı Foreign Affairs'in önemini hatırlamak gerek. Bu köklü dergi, Amerikan dış politikasına yön veren siyasi ve stratejik analizlerin yayımlandığı çok önemli bir platform. Soğuk Savaş boyunca ABD'nin Sovyetler Birliği'ne karşı izlediği politikanın ana hatları, Dışişleri Bakanlığı yetkilisi George Kennan'ın Foreign Affairs'te yayımlanan bir makalesiyle çizilmişti. Soğuk Savaş sonrası dünya hakkındaki en tartışmalı senaryolardan biri olan "Medeniyetler Çatışması" tezi de, Samuel Huntington'ın yine Foreign Affairs'te yayımlanan aynı başlıklı makalesinde ortaya atıldı. Kisacası Foreign Affairs, oldukça belirleyici bir dergi. Zaten bu dergiyi yayımlayan düşünce kuruluşu olan Council on Foreign Relations (CFR) da, Amerikan siyaseti ile ilgili türlü komplo teorilerinin odak noktası olacak kadar, ABD dış politikasında etkili.
"Türkiye'nin Üyelik Hayali" başlıklı Foreign Affairs makalesinin yazarı olan David L. Phillips de, CFR'da Balkanlar, Kafkasya ve Güney Asya coğrafyalarındaki çatışmaların önlenmesi konusunda uzman olarak çalışıyor. Saddam dönemi Irak muhalefetini iyi tanıyor ve Irak Kürtleriyle yakın bir işbirliği yürütmüş. Dahası, Harvard Üniversitesi'nin Ortadoğu Çalışmaları Merkezi'nde ders veriyor. CSIS (Center for Strategic and International Studies) gibi çok önemli bir başka düşünce kuruluşunda daha çalışıyor ve ünlü televizyon kanalı NBC için de analizler yapıyor. Kısacası son derece önemli bir beyin.
Ve bu nedenle, Türkiye hakkında ne dediğine kulak vermek gerekiyor.
Türkiye'ye Desteğin Mantığı
Peki Phillips ne diyor? Öncelikle, Başbakan Tayyip Erdoğan yönetimindeki AKP hükümetinin, Avrupa Birliği'ne üyelik konusunda çok kararlı bir program yürüttüğünü belirtiyor. Sonra da bu programın ABD açısından taşıdığı anlamı dile getiriyor:
"Hem Türkiye'nin hem de onun müttefiklerinin çıkarları açısından, [Başbakan] Erdoğan'ın Avrupa Birliği çabası başarıya ulaşmalı. Avrupa Birliği, Türkiye'yi Batı'ya demirleyecek, onu terörizme karşı bir set olarak güçlendirecek, ve Müslüman dünyasında bir demokrasi modeli olmasını sağlayacak. Öte yandan eğer Türkiye reddedilirse, bu demokratik reformları baltalayacak ve aşırı dincileri daha da radikalize edecektir. Türkiye, bir istikrar ve ılımlılık kalesi olmak yerine, anti-Amerikancılığın ve radikalizmin potası haline gelecektir."
Phillips ekonomideki düzelmeyi, Kürtçe'nin serbest bırakılmasını ve Kürt yurttaşların kültürel özgürlüklerinin genişlemesini de Erdoğan Hükümeti'nin başarı hanesine birer artı puan olarak ekliyor.
"AKP ile Ordunun Reformist Kanadı Arasındaki İttifak"
Türkiye hakkındaki yabancı yorumları okurken, bazen, bizim Türkiye'deki alışkanlıklar, temayüller ve belki de bazı tabular nedeniyle okumaya alışık olmadığımız analizlerle karşılaşabiliyorsunuz. Phillips'in makalesinde de böylesi unsurlar var. AKP hükümetinin ordu ile olan ilişkisi hakkında yorumları, özellikle bu cinsten.
Phillips, ilginç bir şekilde, AKP hükümetinin "ordu içindeki reformistlerle ortak bir amaçta buluştuğunu" yazıyor. Bu ortak amaç, ordunun sivillerin kontrolü altına alınması. Phillips'e göre, Başbakan Erdoğan, bu konuda Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök'ün başını çektiği "reformistler" ile işbirliği yaparken, ordu içindeki "ultra-milliyetçiler" buna karşı çıkıyor.
Phillips'e göre ordunun reformist kadanının Türkiye'nin sivilleşmesine destek olması çelişkili bir durum değil. Daha önceki askeri müdahalelerin hepsinden sonra TSK'nın kışlasına döndüğünü belirten Phillips, "askerler kendilerini Cumhuriyet'in koruyucuları olarak görüyorlar, yöneticileri değil" diyor.
Ordunun İçindeki İki Eğilim
David L. Phillips, makalesinde Türk Silahlı Kuvvetleri'nin komuta kademesine dair ilginç bir değerlendirme de sunuyor. Aktarana zeval olmayacağı varsayımından hareketle, aktaralım:
"Ordu, AB tarafından istenen reformların ne ölçüde uygulanması gerektiği konusunda ikiye bölünmüş durumda. Bir tarafta Dışişleri Bakanlığı ve ülkenin en üst düzey generali ve bir MGK üyesi olan Hilmi Özkök var. Bunlar, Erdoğan'ın AB çabasını destekliyor. MGK, daha önceleri İslami oryantasyona sahip partileri baltalamıştı, ama Özkök popüler bir desteğe sahip olan AKP ile birlikte çalışmayı tercih etmiş durumda. Onun gibi reformistler, ki bunlara emniyet ve askeri istihbarat da dahil, Türkiye'nin AB'ye girme gayretini destekliyorlar. Türkiye'nin AB üyeliği için ordunun sivil yönetim altına girmesinin çok kritik olduğunu da görüyorlar.
Öte yandan, Kara Kuvvetleri, ordu istihbarat birimleri ve Jandarma Komutanlığı ise, çok aşırı buldukları bu gibi reformlara karşı çıkıyor. Kara Kuvvetleri Komutanı ve aynı zamanda da Türkiye'nin üst düzey subayları arasındaki en koyu Kemalist olan Aytaç Yalman, geçenlerde ABD'yi Irak'ta bir Kürt devleti kurmak için komplo yürütmekle suçladı ve 'emperyalist ABD ve AB' ile ilişkileri kesmeyi savunan akademisyenleri alkışladı."
Geçtiğimiz Ocak ayında ortaya çıkan "sosyetik fişleme" girişiminin de Kara Kuvvetleri'nin bir uygulaması olduğunu yazan Phillips, bu fişlemede Batı yanlılarının hedef alındığına dikkat çekiyor.
Ancak Phillips, "ordu içindeki reformistler'in kontrolü elde tuttukları" görüşünde. 2003 ağustosundaki YAŞ düzenlemesi sonucunda "Yalman'ın da aralarında bulunduğu sert generallerin 2004 yılı içinde görevi bırakmak durumunda kaldıklarını" yazıyor.
Amerikan Perspektifinden Seküleristler
Phillips'in makalesinde önemli bir tespit daha var: Kendilerini laikliğin (ve dolayısıyla Batılı değerlerin) yılmaz bekçisi olarak gören bazı Türklerin, aslında son derece Batı karşıtı oldukları gerçeği. Başbakan Erdoğan'ın Kıbrıs, Avrupa Birliği, Irak Savaşı gibi konularda, "Türkiye'nin katı seküleristleri"nin çoğundan çok daha Batı yanlısı bir politika izlediğini belirten Phillips, o kesimin ABD için müttefik olmadığı kanısında.
Bu yorumun yakın zamanda başka Amerikalı uzmanlar tarafından dile getirildiğini de hatırlatalım. Örneğin ünlü RAND Corporation için hazırladığı "Sivil, Demokrat İslam" adlı raporuyla geçtiğimiz aylarda gündeme gelen Cyril Benard, İslam dünyası içindeki "seküleristlerin" çoğunun sol bir ideolojiye sahip olduklarını, dolayısıyla Amerika için müttefik sayılamayacaklarını vurgulamıştı. Benard'a göre Amerika'nın desteklemesi gereken kanat, "modernist Müslümanlar"dı. AKP'nin bu tanıma uyduğunu varsaymak mümkün.
Hem Muhafazakar, Hem Atatürkçü
İlginç olan sözkonusu "katı seküleristlerin", Atatürk'ün hedefi olan "muasır medeniyete" yüz çevirmiş olmaları. Türkiye'de dini toplumsal hayattan tümüyle çıkarma hedefi uğruna, onu anti-demokratik bir rejime sürüklemek istiyorlar. Phillips, bu nedenle Tayyip Erdoğan'ın, hiç de paradoksal olmayan bir biçimde, hem muhafazakar hem de "Atatürk yolunda" olduğunu şöyle belirtiyor:
"Türkiye'yi Avrupa ile masaya oturttuğunda, Erdoğan hem Atatürk'ün Türkiye'nin modern bir Avrupa ülkesi haline gelmesi vizyonunu gerçekleştirmiş, hem de ülkenin popüler İslami kimliğini desteklemiş olacak."
Peki ama eğer AB Türkiye'yi redederse? 17 aralıktaki "müzakere tarihi verip vermeme" kararı olumsuz çıkarsa? Phillips, böyle bir durumda AKP hükümetinin sarsılacağını ve Türkiye'de bir iktidar değişikliği yaşanabileceğini yazıyor. Çizdiği senaryo, dikkate değer:
"Türkiye'nin AB tarafından reddedilmesi, içerde Batı karşıtı bir tepki oluşturabilir ve Türkiye'nin liberalleşmesine, demokratikleşmesine ve militarizmden uzaklaşmasına karşı olan aşırı milliyetçiler ile dini aşırıları güçlendirebilir. Erdoğan'ın AKP içindeki rakipleri de onun sendelemesini bekliyor. Her ne kadar Erbakan'ın Saadet Partisi şu anda çok küçük bir desteğe sahipse de, eğer AKP ilerleme ve muhafazakarlık konularındaki talepleri karşılayamazsa, bazı Türkler oraya dönebilir...
AKP bu şekilde bölünecek olursa, genel seçimlere gidilebilir ve Erdoğan da ordunun ülke işlerine yeniden egemen olmasını savunan milliyetçilerin baskısı altında kalır. Türk siyasetinde, genellikle yeterince beklemeye sabredenler güce ulaşır. Bu durumda katı seküler CHP, hem milliyetçilere hem de liberallere seslenmeye çalışacaktır. Bu tür bir erken seçim durumunda, CHP'nin Deniz Baykal'ı en çok oyu toplayarak ve AKP'nin bazı fraksiyonlarını da yanına alarak hükümet kurabilir ve MGK'nın yeniden güçlenmesini sağlayabilir."
Phillips böylesi bir senaryonunun, yüzeysel bir bakışla, kendisini "teröre karşı savaş"a adamış olan Bush yönetimine uygun gelebileceğini yazıyor. Nitekim Pentagon'daki bazı generaller de bu görüşteymiş. Ama Phillips bunun yanlış bir hesap olacağını da şöyle anlatıyor:
"Türkiye'nin yeniden ordudaki sert kanat tarafından ele geçirilmesi, ters tepecektir. Eğer ABD demokrasiye olan desteğinde kararlı bir görüntü vermezse, kitlelerde ortaya çıkacak tepki, ABD-Türkiye stratejik ilişkisini ters yönde etkiler."
Böyle bir senaryodan kaçınmak için ABD'ye gereken politikayı da Phillips şöyle özetliyor:
"Washington'ın yapması gereken, nüfuzunu devreye sokarak AB ülkelerinin Ankara'ya bir müzakere tarihi vermelerini sağlamaktır."
Avrupalı Türkiye'nin Global Değeri
David L. Phillips, makalesinin sonunda, Türkiye'nin AB'ye girmesinin global düzeyde de büyük bir anlam taşıdığını şöyle anlatıyor:
"Türkiye'nin AB'ye katılması, bu ülkenin tarihinde daha önce örneği bulunmayan bir değişiklik olacak ve onun, Müslüman dünyadaki başarılı bir demokrasi olarak potansiyelini ifade etmesini sağlayacaktır. Bu, Batı için de, terörizme karşı savaşta değerli bir müttefik kazanmak, çoğulculuğa olan inancını derinleştirmek ve İslam dünyasında liberalizasyonu desteklemek anlamına geliyor."
Kısacası, Batı ile İslam dünyası arasında gerilimin giderek tırmandığı bir yüzyılda, Türkiye'nin "müslüman toplumlu, demokratik bir ülke" olarak AB'ye katılması, önemli bir "gerilim düşürücü" olarak global bir misyon taşıyor.
Bu ise, Müslüman kimliğini toplumdan kazımak hevesindeki "katı seküleristleri", bir kez daha "ofsayt" durumuna düşürüyor. Felsefi zaafiyetleri bir yana (ki onları ayrı bir yazida işleriz) salt siyasi olarak bile, tarihin akışına aykırı, anakronik bir proje onlarınkisi...
Sekülerist Ne Demek?
İngilizce'den gelme bir kelime olan "sekülerizm", dinin toplumsal hayattan tümüyle çıkarılması demek. Sekülerleşen bir toplumda dini inançlar önemini yitiriyor. Dolayısıyla "sekülerist" kavramı, bir toplumda dini inançları marjinalize etmek isteyenleri ifade ediyor.
Bunun laiklik ilkesi ile karıştırılmaması ise çok önemli. (Türkiye'de bu hata ne yazık ki sıkça yapılıyor.) Laiklik, devletin dini bir esasa dayanmaması, dinlere eşit mesafede olması demek. Ancak laik bir devletin son derece dindar bir toplumu olabilir. ABD, buna iyi bir örnek oluşturuyor