Bağımsızlığın Zararları
[11 Eylül 2004 tarihli Referans gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'de son dönemde en çok vurgu yapılan kavramlardan biri, "bağımsızlık". Osmanlı dönemi kapitülasyonlarını bugünün ekonomik trendleriyle ilişkilendiren ulusalcı siyasetçilerimiz veya entellektüellerimiz soruyorlar: "Sizce Türkiye bağımsız mı?"
Bence hayır, Türkiye bağımsız değil.
İyi ki de değil...
Çünkü yaygın kanının aksine, devletin bağımsızlığı, aslında toplumlar, özellikle de bizim gibi toplumlar için o kadar da hayırlı değil.
Elbette bir devletin kendi ulusunun çıkarlarını koruyacak bir egemenlik düzeyine sahip olması gerekir, ama bu egemenlik düzeyinin bir taraftan da uluslararası sistem tarafından kontrol edilmesi, dengelenmesi zorunlu. Çünkü, ilkokuldan bu yana aldığımız romantik milliyetçi telkinlerin aksine, devlet, ulusu için her zaman doğru kararları verip uygulayamıyor. Doğru kararlara, bazen ancak "bağımlılık"la varılıyor.
Kürtlerin Varlığı, İşkencenin Yokluğu
Cumhuriyet tarihi, bunun örnekleriyle dolu. Tek partili rejimden demokrasiye, "tam bağımsız" olduğumuz 30'lu ve erken 40'lı yıllarda değil, Batı sistemine "bağlandığımız" zaman, yani 1945'ten sonra geçebildik.
Kürt vatandaşlarımızın varlığının kabulü ve kültürel özgürlüklerinin teslimi, ancak AB'ye üyelik sürecinin getirdiği "bağımlılık"la oldu. "Tam bağımsız" olduğumuz dönem boyunca, "Kürt" kelimesini telaffuz etmek bile yasaktı. Öyle ki "tam bağımsızlığın" zirvede olduğu 12 Eylül ihtilali döneminde, Şerafettin Elçi "bu ülkede Kürtler var, ben de Kürdüm" dediği için hapse atılmıştı.
Bunun "gökyüzü mavidir" diyen bir insanı hapse atmaktan pek bir farkı yoktur, çünkü Kürtlerin varlığı da gökyüzünün maviliği de bir "olgu"dur. Ve işte tam bağımsızlık yıllarımızda olguları ilan etmek, hapse sokabiliyordu insanı.
Tam bağımsız olduğumuz yıllarda Türkiye'nin insan hakları tablosu da korkunçtu. 12 Eylül döneminde onbinlerce insan akıl almaz işkenceler gördü. Rutin bir uygulamaydı bu. Sonraki yıllarda da memleket "münferit işkence vakaları"ndan geçilmiyordu. Ne zaman ki AB'nin Kopenhag Kriterleri'ne "bağımlı" hale geldik, bu vahşetleri durdurmak için gerçekten etkili adımlar atılabildi. Görünen o ki, AB'ye ve uluslararası sisteme ne kadar bağımlı olursak, o kadar işkencesiz bir ülkemiz olacak.
Bağımlılığın yararları, "Kızıl Elmacılar"ın en çok vurgu yaptıkları ekonomi alanında da aşikar aslında. Türkiye'nin büyük kalkınma hamleleri, "tam bağımsız" olduğu Tek Parti dönemi, solcu hükümetler veya askeri iktidarlar zamanında değil; "Menderes, Demirel (1965-71) ve Özal'ın iktidarlarından gerçekleşti. Her üçünün de özelliği, "tam bağımsızlık" korosuna aldırmayarak, Türkiye'yi başta ABD olmak üzere Batı ekonomilerine yakınlaştırmalarıydı.
Bağımsızlıkçıların en büyük "günah keçisi" olan IMF de aslında onların argümanlarını çürütüyor... IMF, kimseyi zorla kendisine bağlamıyor. Ekonominiz çıkmaza girdiğinde, siz, kendi isteğinizle gidip IMF'nin kapısını çalıyorsunuz. IMF de sizi "bağımsızlığın" zararlarından kurtarıyor: Savruk hükümetler, popülist politikalar ve "hortumcular" yüzünden batan ekonominizi, size zorla "acı ilaç" vererek kurtarmaya çalışıyor.
Kızıl Elma ve Juche
Kısacası, uğrunda mangalda kül bırakılmayan "bağımsızlık", aslında, duygusal tatminin ötesinde pek bir anlam taşımıyor. Nitekim dünyaya şekil veren zihinler, 21. yüzyılda artık "karşılıklı bağımlılığın" belirleyici olacağını söylüyor. Daha önce de yazdığım gibi, geçtiğimiz ay Roma'daki uluslararası bir zirvede "Karşılıklı Bağımlılık Deklarasyonu" imzalandı.
Tüm bunlara rağmen bağımsızlık kavgası vermenin tek nedeni, ideoloji. Kızıl Elmacıların aşırı sağ ve sol ideolojisi, bunu gerektiriyor.
Ama ideolojileri de "doğru mu, değil mi" diye sınamak gerekir. Bu da onları olgularla kıyaslayarak olur.
Ve buyrun size bir olgu: Bugün dünyada bağımsızlık konusunda kimsenin eline su dökemeyeceği bir devlet var: Kuzey Kore. Ülkenin kurucu diktatörü Kim-Il Sung, "juche" adlı öğretisinde, "bağımsızlık" diyor, başka bir şey demiyor.
Ama küçük bir detay var: Kuzey Kore halkı açlıktan kıvranıyor ve ülke uluslararası topluluk tarafından "haydut devlet" sayılıyor.