Niçin Müslümanlardan Büyük İsimler Çıkmıyor?
[21 Temmuz 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Hürriyet'in İslamofobik yazarı Özdemir İnce, geçenlerde “Neden Müslümanlar çağa uyumsuz?” diye bir yazı yazdı. Ve Müslümanlara hitaben şöyle sordu:
“Aranızdan neden büyük fizikçiler, matematikçiler, kimyacılar, bilim adamları, büyük müzisyenler, ressamlar, heykeltıraşlar, yazarlar, filozoflar çıkmıyor? O kendi tekke ve tarikat hesabınıza göre değil, dünya ölçüsüne göre.”
Bu gerçekten de önemli bir soru. Nitekim 19. yüzyıldan bu yana da pek çok Müslüman aydının zihnini meşgul etti.
Ve yine 19. yüzyıldan bu yana, Özdemir İnce gibi “sorun İslam'da; bırakın kurtulun!” diyenler çıktığı gibi, meseleye daha derinlemesine bakanlar da oldu.
Bu isimlerin fark ettiği bir nokta, Müslüman dünyanın söz konusu tutukluğunun yeni bir şey oluşuydu. Çünkü aslında İslam medeniyeti, ilk bin yılında dünyanın en başarılı, dinamik ve yaratıcı uygarlığı olmuştu. Büyük bilim adamları, sanatçılar ve düşünürler, Ortaçağ'da zaten hemen hep Müslümanlar arasından çıkmıştı.
Amerikalı Yahudi tarihçi Martin Kramer, bu gerçeği teslim eder ve “eğer 1000 yılında Nobel ödülleri veriliyor olsaydı, hepsini Müslümanlar alırdı” der.
İslam'ın böylesine görkemli bir altın çağı olduğuna göre, demek ki bu din “terakkiye mani” değildir. Ve demek ki sorun İslam'da değil, başka bir şeydedir.
Bu “başka bir şey”i araştıran Bryan Turner veya Fernand Braudel gibi Batılı tarihçi ve sosyologlar, bizde de Sabri Ülgener veya Erol Güngör gibi düşünürler, meselenin özünde “ekonomi”nin yattığını keşfettiler. Gördüler ki, İslam'ın ilk yüzyıllarındaki görkeminin altında, Kur'an'ın getirdiği küresel vizyon kadar, dünya ticaret yollarının merkezinde yer alan Ortadoğu'nun dinamizmi yatıyordu.
Ticaret, sadece zenginlik değil aynı zamanda “sosyal hareketlilik” ve “kozmopolitizm” de yaratıyor, Müslümanların farklı kültürleri tanıyıp onlardan yeni fikirler ve teknikler edinmelerini de sağlıyordu.
Laikperest kültürden ne çıkıyor?
13. yüzyıldaki korkunç Moğol istilası bu dinamizme ağır bir darbe indirdi. Asıl darbe ise üç asır sonra geldi: Batı'nın “coğrafi keşifleri” nedeniyle dünya ticaret yolları okyanuslara kaydı. Sonuçta Kuzey Avrupa zenginleşip gelişirken, bütün Ortadoğu ve hatta Akdeniz düşüşe geçti.
Son 4-5 yüzyıldır Müslüman dünyaya egemen olan “zihinsel durgunluğun” sebebi budur. Zaten sadece bu dünya değil, Uzak Asya'dan Hıristiyan Latin Amerika'ya kadar her medeniyet “geri” kalmıştır, Batı'nın “bireysellik” üzerinde yükselen dinamizmi karşısında. (Son günlerde Milli Görüş'te gördüğümüz “ataerkil itaat kültürü” yaşadığı sürece de durum düzelmeyecektir.)
Osmanlı aydınları arasında bu gerçeği kavrayanlar vardı. Bunlardan biri olan Sabahattin Bey, “ilerlememize mani olan şey dinimiz değil, cemiyetimizin yapısıdır” diyor, çözüm olarak da Anglo-Sakson modeli “teşebbüs-ü şahsi”yi savunuyordu.
Fakat ne yazık ki sorunu “dinimiz”de gören aklı evveller, meşhur tabirle, “devleti ele geçirdiler.” 80 yıldır da devlet üzerinden dinle savaşıp duruyorlar.
Bunu yaparken yarattıkları “laikperest kültür”den hiç bir “terakki” çıkmadığını ise fark etmiyorlar.
Çünkü, öyle ya, Özdemir İnce'nin Müslümanlara yönelttiği sorunun bir versiyonu onun gibilere de sorulabilir:
“Aranızdan neden büyük fizikçiler, matematikçiler, kimyacılar, bilim adamları, büyük müzisyenler, ressamlar, heykeltıraşlar, yazarlar, filozoflar çıkmıyor? O ADD ve YARSAV hesabınıza göre değil, dünya ölçüsüne göre.”
Demek ki neymiş; “İslam-sonrası dönem”e geçmekle kimsenin başı göğe ermiyormuş...