Milli Görüş, ‘İslami Görüş' Olabilecek mi?
[19 Temmuz 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Saadet Partisi'nin çekişmeli kongresindeki pankartların birinde şöyle yazıyordu: “‘O' ne derse ‘o'.” Buradaki “O”, tabii ki “Erbakan hoca” idi. Bu sloganı yazanlar da anlaşılan “Erbakan'a kayıtsız-şartsız itaat” istiyordu.
Tabii ki herkes istediği kişiye “itaat” edebilir. Ancak madem Saadet geleneğini oluşturan “Milli Görüş”, İslami referansları bulunan bir hareket, o zaman biraz sorgulamak lazım, bu “sorgulamaksızın itaat” mantığı acaba sahiden İslami midir diye.
Gelin isterseniz işe en baştan, Hz. Peygamber'den başlayalım. Her Müslümanın O'na itaat etmesi gerektiği açıktır. Ancak bunun sebebi de O'nun Allah'tan vahiy alıyor olmasıdır. Buna karşılık peygamberin vahye değil de insani kanaatlerine dayanarak verdiği hükümler tartışılabilmiştir.
Örneğin, ünlü olaydır, Bedir savaşı öncesinde Hz. Peygamber ordu için bir “kamp noktası” belirler, ancak sahabeden biri çıkıp sorar:
“Ya Resulallah, bu Allah'dan gelen bir vahiy midir, yoksa savaş taktiği mi?”
“Vahiy değil, savaş taktiği” cevabını alınca da daha iyi bir alternatif önerir, peygamber de bu tavsiyeyi dinler.
Yani, dikkat edin, ilk Müslümanlar o kadar şahsiyetlidir ki, Hz. Peygamber'in vahye dayanmayan “beşeri” kanaatlerini dahi sorgulayabilmektedirler.
O'nun vefatından sonra ise artık vahiy sona erdiği için hiç kimseye “kayıtsız-şartsız itaat” edilmez. Nitekim Hz. Ebu Bekir halifeliği kabul ederken “eğer Allah ve Resulü'ne uymaz isem, siz de bana uymayın” der.
Çünkü, İslam'da kayıtsız-şartsız itaat edilecek tek merci, Allah ve O'nun hükümleridir. İnsanlar, kim olursa olsunlar, bu üst değere bakılarak değerlendirilir, ona göre ya desteklenir ya da sorgulanır .
Seçim mi, saltanat mı?
Yani İslam, bir “lider dini” değil, “ilke dini”dir. Modern siyaset terminolojisiyle konuşursak, bu dinde “teokrasi” (yetkilerini Tanrı'dan alan yöneticilerin üstünlüğü) yoktur. “Nomokrasi” (yöneticileri hizaya getiren hukukun üstünlüğü) vardır.
Ancak ne yazık ki Dört Halife devrinden sonra “iktidarın gücü” giderek ağır bastı ve teokrasiye yakın bazı görüşler gelişti. Bunu da, “seçim” yerine “saltanat” sistemi kuran zalim Emevi sultanları başlattı. Daha önceki “reşid” halifeler kendilerini “Allah'ın elçisinin halifesi” diye tanımlamış iken, bunlar “Allah'ın halifesi” gibi çok daha iddialı (ve tümüyle haksız) bir sıfat yüklendiler. Zamanla ulemanın bir kısmı da “aman fitne-fesat çıkmasın” niyetiyle siyasi otoriteye itaati kutsadı.
Aslında yaşanan şey, Ortadoğu'nun binlerce yıllık “ataerkil” (Frenkçe “patrimonyal”) kültürünün İslam'ın içine sızmasıydı.
İşte bugün “‘O' ne derse ‘o'” gibi sloganlarla karşımıza çıkan zihniyet, söz konusu ataerkil zihniyettir. Bu “kesin itaat” anlayışının İslam'la âlâkası yoktur ve nitekim İslam referansı olmayan siyasi hareketlerde de ortaya çıkmaktadır; ülkücülerdeki “başbuğ kültü”nde ve Kemalistlerdeki “ulu önder fetişizmi”nde görüldüğü gibi.
Murat Belge bu ikincisi hakkında geçen hafta Taraf'ta iyi bir yazı yazmıştı. (“‘Epigon' olgusu”, 16 Temmuz) Oradan öğrendim ki hoş bir Hasan Ali Yücel fıkrası varmış: Bir gün Atatürk, “Sıfır nedir” diye sormuş, Hasan Ali “Sizin karşınızda ben” diye cevap vermiş.
Bu zihniyetin katı Kemalistleri nereye getirdiği ortada. 1930'ları aşamadılar.
“‘O' ne derse ‘o'” kafası da Milli Görüş'ü 1970'lere hapsediyor.
Ve bir de babadan oğula geçen “saltanat” sistemine...