‘İrtica' Zırvası Artık Bitmeli
[8 Mart 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Mersin'deki bir grup CHP'li kadının aşkla gerçekleştirdiği “çarşaf yırtma” eylemi, sadece vahim bir yobazlık şovu değildi. Aynı zamanda çirkin bir terbiyesizlikti.
Ama söz konusu hanımlara kızmaktansa, onları bu hale getiren sistemi ve o sistemin yarattığı zihniyeti eleştirmek herhalde daha doğru.
Ve biliyoruz ki bu zihniyetin merkezinde “irtica”ya karşı duyulan tepki ve nefret var.
Peki ama nedir irtica? Bazı vatandaşların “çarşaflı ve sakallı” olması mı? Çocuklarını Kur'an kurslarına veya İmam-Hatip liselerine göndermeleri mi? Gülsuyu ve hacıyağı kullanıp, cübbe ve “lastik-mes” giymeleri mi?
Eğer böyle şeylerse “irtica”, yani bir tür “modern olmayan yaşam biçimi” ise, açıkça söyleyeyim: Bu, ne bir suçtur, ne de kınanacak, ayıplanacak bir kusurdur. Özgür toplumlarda isteyen istediğini giyer, isteyen istediği kadar koyu bir “Ortaçağ” hayatı sürer. Bunlara karşı kalkıp da “bu ülkeye yakışmıyorsunuz” diye köpürmek, hiç kimsenin haddine değildir.
Örneğin İsrail böylesine özgür bir ülkedir. Filistinlilere karşı sürdürdüğü işgal ve zulüm ayrı bir mevzudur, ama Yahudi Devleti kendi vatandaşlarına karşı alabildiğine saygılıdır. Çoğu İsrailli “seküler”, yani “laik yaşam biçimli”dir. Ama ülkede büyük bir “Ortodoks Yahudi” kitle de vardır. Bunların çoğu, geleneği koruyarak modern hayata dahil olan “modern Ortodoks”lardır. Bizde “türban” giyerek toplumda var olan genç hanımlar gibi, modern Ortodoks erkekler de kafalarında “kippa” denen takkeyle gezerler.
Yahudi Devleti'nde bir de “ultra-ortodokslar” vardır ki, bunlar tam “Ortaçağ” hayatı sürer. Erkekler fötr şapka ve cübbe giyer. Kadınların kıyafetleri kapalı, saçları örtülü, bazen “peruklu”dur. Bizdeki “medrese”lere karşılık gelen “yeşiva”ları tümüyle serbesttir. Kimse “kapatın bu irtica odaklarını” diye tepelerine binmez.
Bu ultra-ortodoksların bazıları o kadar “dinci”dir ki, kurucu ideolojisini laik buldukları için İsrail devletini tanımamaktadırlar. İsrail buna rağmen musallat olmaz adamlara. Çünkü ülkede herkes, en “dinci”sinden en ateistine kadar, kendi istediği şekilde yaşama hakkına sahiptir.
Peki böyle yaptığı, yani “irticaya taviz verdiği” için İsrail “geri” mi gitmiştir?
Ne alakası var. İsrail, bilimsel üretimi, entelektüel kapasitesi ve sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyi ile bizi de bölgedeki tüm diğer ülkeleri de cebinden çıkarır.
Bu başarıyı da “kültür devrimi”yle değil, aksine kadim kültürüne sahip çıkarak sağlamış, mesela bizdeki “alfabe devrimi”nin tam tersini yapmıştır. Biz geleneği yok etmek için Arap harflerini terk eder ve onları “kargacık-burgacık” diye aşağılarken, İsrail Arapça'yla aynı kökten gelen İbranice'yi gururla diriltip ulusal dil haline getirmiştir.
Ve biz Türkler'in de artık böyle tecrübelerden biraz ders alması, ve bu “irtica” zırvasını bırakıp tüm farklı yaşam biçimlerine saygı göstermeyi öğrenmesinin zamanı gelmiş de geçmektedir.
Buna yanaşmayıp da “irticayla mücadele” histerisinde direnenlerin gördüğüm kadarıyla iki önemli argümanı var.
Bir, diyorlar ki “eğer biz irticayı bastırmaz isek, onlar sonra gelir bizim yaşam biçimimizi bastırır.”
Buna şu cevabı vermek lazım: İyi de kardeşim, adamların yapmasından korktuğunuz şeyi siz zaten 80 yıldır yapıyorsunuz. Hem suçlu hem güçlü olmak yerine, özgürlük ve çoğulculuk temelinde uzlaşma arasanıza...
İkinci argüman da şöyle bir şey: “Ayy, şekerim, Avrupalılar bu adamları görünce bizi de Arap sanıyor. Ülkemizin imajı bozuluyor!”
Bunun cevabı da şu:
Kusura bakmayın, insanlar sizin estetik tercihlerinize ve aşağılık komplekslerinize göre şekil alacak dekorasyon malzemeleri değiller.