‘Soykırım' Meselesinde Gerçekçilik Zamanı
[10 Mart 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Her sene aynı şeyi yaşıyoruz. Mart kapıdan gözüküyor ve bizler Amerika'dan yeni bir “soykırım” lafı çıkıp çıkmayacağına kilitleniyoruz. Washington'a giden siyasetçilerimiz lobi yaparken resmi ağızlar “böyle talihsiz bir adımın Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl zedeleyeceği” uyarısında bulunuyor.
Ama bu tabloda ahlâki açından rahatsız edici bir yön var: Amerika'da veya genel olarak Batı'da bu konuda fikir bildiren insanların ezici çoğunluğu, 1915'in bir “Ermeni Soykırımı” olduğuna inanıyor. İnanmıyor da sırf Türkiye'ye “hareket çekmek” için gözümüzün içine baka baka yalan söylüyor değiller yani. Biz ise bu durum karşısında “tarihsel hakikat”ten ziyade “siyasi baskı”ya yaslanmak zorunda kalıyoruz.
Peki ama neden dünyanın çoğu 1915'in bir “Ermeni Soykırımı” olduğunda hemfikir?
Çünkü, hem yaşanan trajedi gerçekten çok büyük, hem de bunu tarihin derinliklerinde gömülmekten alıkoyan, aksine Batı kamuoyunun gözüne sokan güçlü bir Ermeni diasporası var.
Eğer Osmanlı Müslümanları'nın imparatorluğun son yüzyılında hem Balkanlar'da hem de Kafkaslar'da yaşadıkları korkunç kıyımları da bu şekilde gündemde tutacak, akademik literatürde işleyecek, popüler kültürde yerleştirecek bir “Osmanlı Müslümanları diasporası” olsaydı, durum farklı olurdu. Belki o zaman Sırplar, Bulgarlar veya Yunanlılar da “soykırım tasarıları” ile uğraşırdı.
Bunu bir defasında Amerikalı bir diplomatla konuşmuştum. “Niye Ermeniler'in trajidisi hep gündemde de, Balkanlar'da tehcir ve katliama uğrayan Türklerinki değil,” diye sordum. “Basit,” dedi. “Türklerin kayıplarının derdine düşen olmamış da ondan.”
Bu durum karşısında ise ne bir “Ermeni komplosu”na hükmetmek ne de “Haçlı Batı”ya lanetler yağdırmak gerek. Yapmamız gelen, durumdan ders çıkarmak ve sonra da “soykırım” meselesinde yeni bir anlayış ve dil inşa etmek.
Bunun için de en başta gerçekçi olmamız gerekiyor. Bugüne kadarki yaygın “Türk tezi” pek gerçekçi olmadı, çünkü “Ermeni mezalimi”nden başka bir şeye odaklanmadı ve Ermeniler'in yaşadığı büyük trajediyi ya küçümseme ya da tümüyle görmezden gelme yoluna gitti.
Bu, Kürt meselesini tartışmaya, “bir dakika, Kürt diye bir şey yoktur ki, onlar dağ Türküdür bir kere” diye akıl dışı bir tezle girmek gibiydi. Karşınızdakini sadece sizin saçmalamakta olduğunuza ikna edebiliyordu.
Bunu artık aşmak ve 1915'in ne olduğuna dair, gerçekçi, insani ve ahlâki bir sorgulamaya girişmek gerekiyor.
Bir kere tanımı ne olursa olsun, yüzbinlerce sivil Ermeni'yi yok etmiş korkunç bir olaydan söz ediyoruz. Bu insanların ve onların torunlarının acısını görmezden gelmek veya küçümsemek değil, aksine anlamak ve paylaşmak lazım.
Dönemin İttihat ve Terakki hükümetinin tehcir kararını da tartışmak lazım. Evet, o sırada Ermeni çeteleri Osmanlı ordusunu arkadan vuruyordu. Evet, “cephe güvenliği” şarttı. Ama aralarındaki bazı “teröristler” yüzünden tüm bir halkı sürgün etmek doğru muydu? En azından kadın, çocuk ve yaşlılar tehcirden muaf tutulamaz mıydı?
Olay bence de “soykırım” değil ve bu tanıma karşı çıkmak hakkımız. Ama soykırım tezinin tek alternatifi de “yapılanlar doğruydu, Ermeniler hak etmişti” demek değil.
Bu iki ucun arasında daha girift bir gerçek var ki, onu aramamız lazım. Bu, siyaseten daha akılcı olacağı gibi, ahlâken de daha doğru olacak.