Her İktidar Muhalifi ‘Ergenekoncu' Değildir
[3 Mart 2010 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Geçenlerde bir arkadaşımla ayak üstü “memleketin vaziyeti”ni konuşuyorduk. TEKEL işçilerine geldi laf. Ve bizimki birden bire “o işin arkasında da Ergenekon vardır” dedi.
“Niye, nerden biliyorsun” diye sordum. Açıkladı:
“Tam da bu zamanda böyle bir şeyin çıkması tesadüf olabilir mi? Saf olma.”
Bu tuhaf “analiz yöntemi”, Türkiye'de ne yazık ki epey yaygın. Karşımıza çıkan olayları, önce kendi dar siyasi perspektifimize uygun bir senaryo içine oturtuyor ve sonra da bu şablonun doğruluğundan adımız gibi emin oluyoruz.
Mesela diyelim ki siz “Amerika'nın Türkiye üzerinde oynadığı oyunlar”la kafayı bozmuş bir ulusalcısınız. O zaman her şeyin “zamanlaması” çok “düşündürücü” oluyor sizin için. Mesela “demokratik açılım” mı başladı, hemen koyuyorsunuz teşhisi:
“Bu işin tam da Amerika Irak'tan çıkarken başlaması hiç tesadüf değil. Aptal mı sanıyorsunuz bizi?”
Ama eminim ki açılım beş sene önce başlamış olsaydı, “bu işin tam da Amerika Irak'a girmişken başlaması hiç tesadüf değil” diyecektiniz. On beş sene önce başlasaydı, muhtemelen Çekiç Güç'te bulacaktınız işin sırrını.
Siyasi yelpazenin öteki ucunda da başta sözünü ettiğim “her şeyi Ergenekon'a bağlama” eğilimi baş gösterdi son dönemde. Buna göre hükümet aleyhinde yazıp-çizen, ilk seçimde bir CHP-MHP koalisyonu uman herkes “Ergenekoncu” olmuş oluyor.
Yahut, Ergenekon soruşturmasında hakikaten var olan sorunları (örneğin aşırı uzun tutukluluk sürelerini) dile getiren herkes “darbeci” sayılıyor.
Yine bu şablona göre düşünen bazı yazarlar, kendi kafalarındaki “demokratikleşme projesi” dışında bir laf söyleyenin hemen üstünü çiziyor. Bunlardan biri, sırf “bu Meclis yeni anayasa şansını kaçırdı” gibi bir tespitte bulundu diye, Cumhurbaşkanı Gül'ü “Sezerleşmekle” suçlayacak kadar ileri gitti.
Yanlış şeyler bunlar.
Evet, Ergenekon davası Türkiye demokrasisi için önemli bir eşik. Gerçekten de ilk defa bir darbe projesi, askeri ve sivil unsurları ile birlikte yargı önünde hesap veriyor. Aynı şeyi, kuşkusuz, son haftaların Balyoz soruşturması için de söylemek gerek.
Ancak hükümeti devirmek için kurgulanan darbe projeleriyle mücadele etmek başka, hükümete yönelik her türlü muhalefet ve eleştiriyi peşinen bu projelere dahil saymak bambaşka.
İkincisini yaptığınızda hem bu muhaliflere haksızlık ediyor, hem de Ergenekon davasının “hükümetin muhalefeti susturma aracı” olduğu yönündeki dezinformatif propagandaya inandırıcılık katmaya başlıyorsunuz.
Başbakan'ın gazete patronlarına yaptığı ve “hükümete vuran” köşe yazarlarını işten çıkarmayı öneren kabul edilemez çağrı gibi şeyler de, sonradan tashih edilse bile, buna tuz-biber ekiyor.
Sanırım Sayın Başbakan, kendisini hedef alan bunca darbe projesi, yargısal darbe girişimi ve suikast planının da etkisiyle, bazen eleştirileri “saldırı” gibi algılıyor. Oysa kendisini seven, başarılarını takdir eden insanlar da onda eleştirecek yönler bulabiliyorlar. İdeolojileri ve dünya görüşleri nedeniyle kendisine zaten muhalif olanların çok daha fazla şey bulması, hatta kalemleriyle “hükümete vurması”, son derece normal ve meşru bir durum.
Bugün hem hükümetin hem de ona taraftar olanların bu kritik ayrımı yapabilmesi, çok ama çok gerekli.
Bir taraftan darbeciliğin üzerine sonuna kadar gitmek, öte yandan da çok sesliliği ve ifade özgürlüğünü korumak, insanların “muhalif olma hakkı”na sonuna kadar saygı göstermek lazım.
Yoksa zaten neye yarar ki tüm bu curcuna?