Kapitalizm Müslüman'ın Yitik Malıdır (II)
[29 Temmuz 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Bir önceki yazımda Türkiye'de yeni yükselen “Müslüman burjuvazi”nin hiç de bazılarının sandığı gibi bir tezat (ve “bid'at”) olmadığını belirtmiş, kapitalizmin ahlaki temelleri konusunda ise büyük sosyolog Max Weber'e atıfta bulunmuştum. Bugün devam edelim ve Weber'in tarif ettiği “kapitalist ahlak”ın İslamiyet ile ilişkisine bakalım.
Weber'e göre Protestanlık, bir taraftan çalışkanlık bir taraftan da “dünya nimetlerinden kaçınma” (İslami tabirle “zühd”) öğütlediği için “sermaye birikimi” oluşturmuş, bu sayede de “burjuvazi”yi ortaya çıkarmıştır. Batı'nın son dört asırdır diğer medeniyetlere mütemadiyen üstün gelmesinin sırrı da bu burjuva sınıfının başını çektiği yaratıcılık ve dinamizmdedir.
Ne ilginçtir ki İslam'ın aynı “kapitalist ahlak”ı üretemeyeceğini savunan Weber, bu tezini İslam'ın ya miskinlik ya da “hazcılık” ürettiği varsayımına dayandırmıştı. (Zaten yakın zamanlara dek İslam'ı cinsellik ve ihtişam düşkünü aşırı “hazcı” bir din olarak görme eğilimi Batı'da yaygındı. Bugün durum tam tersi.)
Ancak Weber yanılıyordu; çünkü İslam toplumlarındaki mevcut bazı kültürel kodlara bakarak İslam'ın geçmişi ve geleceği konusunda ahkâm kesmişti. Weber'in bu yanılgısı Türkiye'de merhum Sabri Ülgener, Batı'da ise Bryan Turner ve Maxime Rodinson gibi büyük sosyal bilimcilerce ortaya konmuştur. Rodinson'un Türkçe'ye de çevrilen “İslam ve Kapitalizm” adlı kitabı, epey ezber bozucu ve aydınlatıcı bir eserdir.
Burada da vurgulandığı gibi, bir ticaret merkezi olan Mekke'ye vahyolunan Kur'an-ı Kerim, ticareti ve özel mülkiyeti kınamamış, aksine güvence altına almış, insanlar arasındaki farklı statülerin de Allah'ın yarattığı doğal sisteme uygun ve “birbirlerini istihdam etmelerine imkân verecek şekilde” olduğunu bildirmiştir. (Zuhruf, 32) Ancak Kur'an, varlıklı Müslümanlara ihtiyaç sahiplerine yardım etme ve sahip çıkma yönünde önemli bir ahlaki sorumluluk da getirmiştir ki, İslam'ın sosyal boyutu bu “hayırseverlik” ilkesine dayanır. Ve bu, özel mülkiyetin devlet tarafından gaspına dayanan “sosyalizm”den çok farklı bir şeydir.
Kur'an'ın en uzun ayetinin Bakara 282'deki “borç ayeti” olması, daha bir çok ayette ticari kural ve kaidelerden söz edilmesi, ticaretin Allah katındaki makbuliyetinin işaretleridir. Dahası Kur'an-ı Kerim'de bazen dini konularda dahi “ticari bir dil” kullanıldığını söylemek mümkündür. Örneğin “Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine cennet karşılığında satın almıştır.” (Tevbe, 111) Bu “acı bir azaptan kurtaracak ticaret”tir. (Saff 10) Buna karşı, inkarcıların “yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü”dür. (Al-i İmrân, 187)
Hadislerde de durum farklı değildir. Risaleti öncesinde kendisi de başarılı bir tüccar olan İslam Peygamberi'nin ticareti öven ve teşvik eden sözleri meşhurdur. Hatta “serbest piyasa”yı dahi savunduğu söylenebilir. Medine pazarında fiyatların yüksekliğinden şikayet ederek kendisinden “narh” yani tavan fiyat isteyenlere verdiği cevap kayda değerdir: "Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran, ancak Allah'tır." Bir başka sefer de kendine gelerek "ey Allah'ın Resulü bize narh koy" diyen bir adama, "belki Allah'a dua ederim" cevabını vermiştir.
Bu temeller üzerine yükselen İslam medeniyeti ise Maxime Rodinson'un deyimiyle Ortaçağ'da zengin bir “ticari kapitalizm” yaratmıştır ki, bunun kısa hikayesi bir sonraki yazıya kalsın...