İlk Darbe 1925'te Yapıldı
[28 Haziran 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'de son dönemde sık sık “darbelerle hesaplaşmaktan” söz ediliyor ya... Son günlerde CHP lideri Deniz Baykal bile “12 Eylülcüleri yargılama” çağrısı yapıyor ya... Bu meseleyi yerli yerine oturtmak için öncelikle “ilk günah”ı doğru tespit etmek lazım. Hem böylece Baykal'ın neden bir yandan topu 12 Eylül'e atarken öte yandan da “Ergenekon'un avukatı” olmaya devam ettiğini daha iyi anlayabiliriz.
Dolayısıyla tespiti hemen yapalım: “İlk günah”, yani ilk darbe, sanıldığı gibi 1960'ta bir grup üniformalı haydutun gerçekleştirdiği 27 Mayıs darbesi değil, ondan 35 yıl önce bir grup üniformasız despotun çıkardığı “Takrir-i Sükun Kanunu”dur. Bu zorbalık yasası ile tüm ülke zapt-u rapt altına alınmış, suçsuz insanlar fikirleri yüzünden idam edilmiş, liberal/muhafazakar çizgideki Terakkiperver Fırka da iftiralara maruz bırakılarak kapatılmıştır.
Gelin, o ilk darbenin nasıl olduğuna bir bakalım. Malum, Türkiye Kurtuluş Savaşı'nı Büyük Millet Meclisi'nin iradesi ile yürütmüştü. Bu Meclis de, sonradan tüm sistemi ele geçirecek olan Kemalist/laikçi kadrodan ibaret değildi. Dindarlardan, din adamlarından, Kürtlerden, liberallerden, kısacası “Türkiye halkı”nın tüm renklerinden oluşan demokratik bir heyetti.
Fakat Kurtuluş Savaşı bitince işler değişmeye başladı. Mustafa Kemal Paşa, söz konusu “Birinci Meclis”teki muhaliflerinden hoşlanmadığı için Nisan 1923'te yapılan seçimlerle oluşacak “İkinci Meclis”e kendine yakın isimleri yerleştirmek için kolları sıvadı. Kurtuluş Savaşı'nın Mustafa Kemal'den sonraki ikinci büyük kahramanı olan Kazım Karabekir Paşa, bu eğilime karşı çıkacak ve sebebini de şöyle açıklayacaktı:
“Gazi, 'ben muhalif istemiyorum' diyerek, kendisine kavlen ve tahriren en çok sadakat gösterenleri... namzet gösteriyordu. Ben de böyle emre uyan bir meclisle, dünyaya hakim İtilaf devletlerinin emniyetini kazanamayacağımızı ve dahilde de hürriyet mefhumunu kaldıracağımızı ve belki daha şiddetli bir muhalefete yol açılacağını söyleyerek [seçim komitesinden ayrıldım].”
Karabekir Paşa ve onun gibi düşünen “hürriyetçiler” 1924 Eylülü'nde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası'nı kurdular. Parti “gerici” değildi. Saltanat yanlısı hiç değildi. Parti kurucuları, "inkılapların hepsine taraftar olmakla beraber, bunların herhangi bir şahsa veya zümreye imtiyaz vermek için değil, bütün memlekete ve halkımıza mal edilmek” için yapılması gerektiğini savunuyorlardı.
Bugünden geriye bakınca ne kadar ileri görüşlü oldukları ortaya çıkıyor.
Ancak TCF sadece altı buçuk ay yaşayabildi. İsmet İnönü'nün yönetimindeki CHP hükümeti, Şeyh Said isyanı bahanesiyle çıkardığı “Takrir-i Sükun Kanunu”na dayarak 5 Haziran 1925'te partiyi kapattı. Böylece 25 yıl sürecek tek parti diktatörlüğü kurulmuş oldu. TCF'nin en elle tutulur suçu “partimiz dini inançlara saygılıdır” demekti! Bunun “gericileri cesaretlendirdiği” söylendi. Tam da 80 yıl sonra Ak Parti'nin Danıştay cinayeti üzerine “gericileri cesaretlendirdiği” için kapatılmak istenmesi gibi...
Terakkiperver Fırka, Türkiye'deki liberal/muhafazakar sentezin öncüsüydü. Ondan sonraki tüm askeri darbeler, bu sentezi temsil eden merkez sağ hükümetlere karşı yapıldı. Tüm darbeciler, “ilk darbe”nin faili olan CHP'nin ideolojisini yeniden konsolide etmeye ve onun siyasi rakiplerini yok etmeye çalıştılar.
Bunun tek kısmi istisnası 1980 darbesidir; o, diğer partilerle birlikte CHP'yi de kapatmıştır. Ancak bunun sebebi 1980 öncesinde CHP'nin klasik CHP olmaktan çıkıp Ecevit liderliğinde “ortanın soluna” ve “halkçılığa” kaymasıdır. CHP'nin 1930'lardaki “özüne” çoktan dönmüş olan Deniz Baykal'ın güncel darbe girişimlerinin “avukatlığını” yürütürken 12 Eylül'e “bulaşması”nın sebebi budur.
Eğer Sayın Baykal darbecilikle gerçekten yüzleşmek istiyorsa, aynaya bakmalı. Genel başkanlığını yaptığı partinin boynunda “tüm darbelerin anası”nın vebali vardır. Elinde de İstiklal Mahkemeleri'nde asılan masumların kanı...
NOT: Bu yazıdan sonra iki haftalık bir “yıllık izin”e çıkıyorum. 15 Temmuz'da, inşallah, yeniden bu sütunda buluşmak üzere...