Türkçe Yazılar

‘Orduya Sızma' Meselesi

[23 Haziran 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Türk Silahlı Kuvvetleri'nin Ak Parti hükümetine ve Gülen cemaatine karşı komplolar düzenlemesini öngören meşhur “belge”nin ne olup olmadığı hala belli değil. Dahası, İsmet Berkan'ın Radikal'de dediği gibi, bu belirsizlik sonsuza kadar sürecek gibi gözüküyor. Ülke, hemen her konuda olduğu gibi, burada da somut olguları önceden oluşmuş kanaatlere göre etiketleyen iki zıt cepheye bölünmüş durumda. Benim sezgim, “belge”nin sahte değil hakiki olduğu, ancak Genelkurmay Başkanı'nın emriyle değil, kendi başına işgüzarlık eden bir albayın veya bir “çalışma grubu”nun ürünü olduğu yönünde. Ama dediğim gibi, kesin bir bilgiye ulaşmak mümkün değil. Fakat mümkün olan başka bir şey var: TSK ile belirli toplum kesimleri arasındaki gerilimin nereden ortaya çıktığını anlamak. Bu gerilimin son yıllarda en çok TSK ile “dini cemaatler”, özellikle de bir tanesi (Gülen cemaati) arasında yaşandığını herkes biliyor. Yaygın rivayete göre, TSK, bu cemaatin hem toplum içindeki etkisinden hem de orduya “sızması”ndan epey rahatsız. Laikçi cephenin önde gelen sözcüleri de bu “sızma” meselesini dillerinden düşürmüyor. Ben işin aslını pek bilmiyorum, ama biraz akıl yürütünce, bu “sızma”nın (eğer gerçekten varsa) tehditkâr bir devlet karşısında anlaşılabilir bir “hayatta kalma stratejisi” olduğu sonucuna varıyorum. Gelin, kendinizi Gülen cemaatinin yerine koyun. Toplumsal bir dini hareket olarak ortaya çıkmışşınız. Okullar açıyor, medya ve sivil toplum kuruluşları yoluyla fikirlerinizi yayıyor, bu işleri yürütmek için de finansal bir zemin oluşturuyorsunuz. Tüm bunlar demokratik toplumlarda serbest olması gereken meşru işler. Ama devletin bazı kurumları sizle kafayı bozmuş durumda. Sizi ortadan kaldırmak istiyorlar ve ellerine fırsat geçtiğinde (mesela 28 Şubat'ta) üstünüze geldikleri de ortada. Böyle bir durumda bu kurumların tasallutundan korunmak için ne yapabilirsiniz? Ülke bir hukuk devleti olmadığına, devlet kurumları ideolojik savaşlar yürüttüğüne göre, “bari bunların içinde bizden veya bize yakın bazı adamlar olsun da rahat nefes alalım” diye düşünmeniz, son derece anlaşılır bir durum. Aslında sorunun kökeni, açık konuşalım, Cumhuriyet'in kurucu ideolojisine uzanıyor. Bu ideoloji, tarikatların ve cemaatlerin var olmadığı bir toplum hayal etti ve bunu zorla hayata geçirmeye çalıştı. (Kürtlerin var olmadığı bir toplum hayal edip, bunu zorla hayata geçirmeye çalışması gibi.) Pozitivist dogmadan kaynaklanan bu otoriter modeli de “laiklik” diye sundu. Oysa yapılan şey düpedüz “laikliğe aykırı” idi. Çünkü laiklik, din ile devletin birbirinden ayrılmasını ve birbirinden korunmasını öngörür. Dolayısıyla laik devletin toplumdaki dini oluşumlara müdahale etme hakkı yoktur. İsterseniz kurucu ideolojideki bu sorunu “o devrin şartlarıyla” açıklayıp meşru göstermeye çalışabilirsiniz. (Ben, “o devir” için dahi yanlış buluyorum.) Ama demokrasinin ve özgürlüğün bu kadar genişlediği bir dünyada hâlâ aynı anlayışı savunmak, kabul edilebilir şey değildir. Tek çözüm, özgürlükçü bir laiklik benimsemek ve toplumdaki dini hareketleri rahat bırakmaktır. Bu hareketler, böylesi bir laikliği kabul etme noktasına çoktan gelmiştir zaten. Kritik soru, “rejim bekçilerinin” de aynı noktaya gelip gelemeyeceğidir.
All for Joomla All for Webmasters