Kuzey Kore'yi Tanıyalım (II)
[10 Haziran 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Kuzey Kore'nin kurucusu Kim İl Sung, 1994 yılında öldü. Yerine, oğlu Kim Jong İl geçti. Müteveffa diktatöre “Ebedi Önder”, bayrağı ondan devralan mahdumuna da “Sevgili Önder” adı verildi.
Sevgili Önder nükleer silahlarla oynamayı çok seviyor. Bu da epey pahalı bir iş. Öte yandan ülke fakirlikten kırılıyor. 90'lı yılların sonundaki kıtlık sırasında yaklaşık üç milyon insanın açlıktan öldüğü tahmin ediliyor. Kısacası rejimin vaad ettiği “sosyalist mucize”den eser yok. Başarının b'si yok. Peki rejim bir özeleştiri yapıyor mu?
Ne gezer... Kongdan Oh ve Ralph C. Hassig, “North Korea” adlı kitaplarında anlatıyorlar:
“Kuzey Kore'nin liderleri sosyalist ideolojinin istikrarsızlığını üç faktörle açıklıyor: Henüz reforme edilememiş (parti ideolojisini özümsememiş) kitlelerde bireysellik bilincinin devam etmesi. Emperyalistlerin sosyalist düzeni yıkmak için gizli yollar denemesi. Ve ‘emperyalistlerin ajanlarının', yani ülkedeki rejime muhalif olan yerel unsurların, sosyalizmi ‘içerden' çökertmeye çalışması.” (s. 27)
Devrimin bekçisi: Ordu
Bir başka deyişle Kuzey Kore'nin tüm sorunu “iç ve dış düşmanlar”... Bunları tepelemek için de güçlü bir aygıt var: Ordu!.. Anayasa'nın 59. Maddesi şöyle diyor: “Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti'nde Silahlı Kuvvetler'in misyonu, işçi sınıfının çıkarlarını, sosyalist sistemi ve devrimin kazanımlarını korumaktır.”
Yani, Kongdan Oh ve Ralph C. Hassig'in ifadesiyle, “ordunun asli görevi ülkeyi dış tehditlerden korumak değil, ‘işçi sınıfı' diye ifade edilen komünist partinin iktidarını korumak.”
Zaten Sevgili Lider Kim Jong İl de, “ordu, devrimin ana dayanağı ve gücüdür” diyerek, bu militarist yapıya komünist teori açısından bir gerekçe kazandırmış durumda.
Ordu, bu “koruma” işini vatandaşları yakın takibe alıp fişleyerek ve zararlı gördüklerini cezalandırarak yapıyor. Toplum, “merkezi sınıf”, “sallantılı sınıf” ve “düşman sınıf” olarak üçe ayrılmış durumda. Toplumun yüzde 20-25'ini oluşturan “düşman sınıf”ta rejime bir şekilde muhalefet ettiği düşünülen insanlar var. Bunların en tehlikeli görülen 200 bin kadarının hali hazırda toplama kamplarında “hayvanlara yakın bir hayat standardında” yaşadığı tahmin ediliyor.
Eğitim yoluyla beyin yıkama
Ancak korku ve cezalandırma, rejimin asıl güç kaynağı değil. İşin sırrı, beyin yıkamada. Bu da çocuk yaşta başlıyor. Oh ve Hassig'in eğitim sistemi hakkındaki tespitleri ilginç:
“İlkokulda öğrencilerin öğrendiği temel konular arasında Kim İl Sung'un çocukluk günleri de var... Kim'in adı ders kitaplarında nerede geçse ‘Şerefli Üstün İnsan' veya ‘Yol Gösterici Öğretmen' gibi sıfatlarla övülüyor... Bütün bilgeliğin kaynağının o olduğu imajı veriliyor... Okul kitapları, Kim'in çocukları ne kadar çok sevdiğini anlatan pasajlarla dolu... Müzik sıfında öğrenciler, ‘bizi toplumun gelecekteki direkleri olarak yetiştirdiğin için teşekkürler sana Mareşal Kim İl Sung' gibi şarkılar söylüyorlar... Kim İl Sung'un bazı önemli konuşmalarını da ezbere bilmeleri gerekiyor.” (s. 140-141)
Bu daimi beyin yıkamadan geçen Kuzey Kore halkının önemli bir bölümü, rejimin doğruluğuna samimi olarak inanıyor. Hayatları aslında epey zor, komşuları Güney Kore'nin yaşam standartlarının fersah fersah gerisindeler. Ülkede bırakın bilgisayarı, interneti, en temel ihtiyaç ve gıda malzemelerine ulaşmak bile zor. Toplumun her alanına nüfuz eden despotizm de cabası.
Ama yine Kuzey Koreli olmanın bir kolaylığı var: Oh ve Hassig'in ifadesiyle, “düşünmek zorunda olmamanın rahatlığı”...