Türkçe Yazılar

Töre, Din Ve Kürtler

[25 Mayıs 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Araya başka konular girdiği için Mardin'in Zanqirt köyünde (devlet yakıştırmasıyla “Bilgeköy”de) yaşanan vahşet üzerine ancak şimdi yazabiliyorum. Bu gecikme bir anlamda iyi de oldu, çünkü bu vahim olay üzerine yapılan yorumları da yorumlama şansı var şimdi. Yaşanan “kan banyosu”nun ne kadar acı ve üzücü olduğu ortada. Ölenlere Allah'tan rahmet, geride kalanlara sabır ve metanet diliyorum. Geride kalanlar arasındaki öksüz ve yetimlere kol-kanat gerilmesi de hem devletin hem toplumun üzerine düşen bir sorumluluk. Peki bu olayı nasıl anlamamız gerekiyor? Bölge kültürü üzerine kapsamlı araştırmaları bulunan Doç. Dr. Mazhar Bağlı'nın Taraf'ta Neşe Düzel'e verdiği söyleşide belirttikleri önemliydi. Kan davalarında kadın ve çocukların hiçbir zaman hedef alınmadığını belirten Dr. Bağlı, “bu olay, mülkiyet sorunuyla, töreyle, kız meselesiyle, kan davasıyla açıklanamaz” diyordu. Kısacası bu vahşetin, bölgedeki “töre”yi çok aşan bir yanı var. Bir başka deyişle “gelenek”te yeri olmayan, “modern” bir olay bu. Dolayısıyla bölgedeki diğer “modern” aktörlerin (PKK, korucular ve “kontrgerilla”nın) yarattığı şiddet ortamıyla bir şekilde ilgili gözüküyor. İnsan öldürmenin sıradanlaştığı bir yerde, şiddetin her türlüsünün önü açılıyor. Yine de olayın kökeninde “kan davası” kültürünün bazı izleri olduğunu düşünmek mümkün. Bu da bizi töreye ve geleneğe bir kez daha götürüyor. Türkiye'de bu konular açıldı mı, konuyu dar bir “ilericilik-gericilik” şablonu içinde düşünmeye alışık olanlar, işin içine hemen “din”i de katarlar. 70'li yılların Türk filmlerinden kafalarına kazınan şablona göre, “toprak ağası” ve “imam” köylüyü birlikte sömürmekte, yani “töre” ve “şeriat” elele “karanlık” saçmaktadır. Oysa kan davası yoluyla adalet tesis etme anlayışı, şeriatın veya bir başka hukuk sisteminin nüfuz edemediği toplumlara özgüdür. İslam hukukuna göre eğer birisi bir yakınınızı öldürür ise, ele silah alıp karşılık vermezsiniz. Kadıya, yani şeriat mahkemesine gider, şikayetçi olur, adaleti ondan beklersiniz. İslam hukukunda “namus cinayeti”ne de yer yoktur. Eğer bir “zina suçu” var ise, hükmünü yine mahkeme icra eder. Dahası, bu işte hem erkek hem de kadın eşit derecede suçlu olmuş olur. Kur'an-ı Kerim zina suçu üzerine erkeğe ve kadına aynı cezayı verir. Dahası, “iftira” tehlikesine karşı da kadına özel bir koruma sağlar. Dikkat ederseniz bu eşitlikten ve iftiraya karşı korumadan törede eser yoktur. Çoğunlukla eften püften sebepler üzerine işlenen “namus cinayeti”nde öldürülenler hep kadındır. Ortada bir günah varsa, bunu kadın ve erkek birlikte işlemiştir. Fakat nedense sadece kadının “kirlendiği” varsayılır. Bu “erkek egemen” anlayış, aynı fiil üzerine kadınları “ahlaksız” diye kınarken erkekleri “çapkın” diye öven “modern” kültürümüzde de devam etmektedir. Son olarak bir de “töre cinayetleri Kürtler'e mi özgü” sorusuna geleyim. Bu konuda somut bir veriye sahip değilim, ama bu cinayetlerin daha ziyade toplumun Kürt kesiminde rastlandığı yönündeki teşhis, ikna edici duruyor. Hürriyet yazarı Hadi Uluengin bunu yazdı diye onu “ırkçılık”la suçlamak da bana haksızlık gibi geliyor. Ama toplumların bu gibi “karakteristik” sorunları, çeşitli tarihsel ve sosyolojik şartların ürünüdür. Kaldı ki hiç kimse ak sütten çıkmış ak kaşık değildir. Kürtler'de “töre cinayeti” fazla görülüyor olabilir. Amerika'dan da nedense “seri katil” çok çıkar. Türkler'den nelerin çıkabildiğini ise her gün gazetelerin “üçüncü sayfa”larında okuyup duruyoruz...
All for Joomla All for Webmasters