Depremler Allah'tan Mı, Tabiattan Mı? (2)
[19 Mayıs 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Geçen Çarşamba bu sütunda "Depremler Allah'tan mı, Tabiattan mı" başlıklı bir yazım yayınlanmıştı. Radikal yazarı Türker Alkan ertesi gün aynı konuyu ele aldı ve yazdıklarımı eleştirdi. "İlk bakışta makul bir sentez gibi gözükse de," dedi, "Akyol'un formülünün sorunları var."
Peki neydi Sayın Alkan'a göre bu sorunlar?
Ben, doğa kanunlarını Allah'ın iradesi olarak anladıktan sonra, "depremler Allah'tan" demek ile, "depremler tabiattan" demek arasında bir çelişki olmayacağını, birinin "din dili" ötekisinin ise "bilim dili" olduğunu söylemiştim.
Sayın Alkan ise "bilimsel bilgiyle dini bilginin aynı kategori içinde ele alınması olacak şey değil" diye itiraz etmiş. İyi ama ben de zaten aynı kategori içinde ele almadım ki... Bilimin kendi disiplini içinde açıklayıp izah edeceği olguların “din dili” içinde farklı şekilde yorumlanabileceğini söyledim.
Mesela bir insanın ölümü, bir tıp doktoru için “hastanın geçirdiği falanca komplikasyon sonucunda ex olması”dır. Dindar yakınları içinse “Allah'ın rahmetine kavuşması”dır. Bu ikisi aynı olguya iki farklı bakış açısıdır. Ama çelişkili değildir.
Bu sebeple, Sayın Alkan'ın “Ama o kadar çok din ve Tanrı inancı vardır ki hangisinin gerçeği yansıttığını nereden bileceğiz?” şeklindeki itirazı da çok anlamlı değil. O farklı inançların mensuplarının doğa olaylarına kendi ilahiyatları açısından yorum getirmesinden daha doğal ne olabilir? Bunların hangisinin gerçeği yansıttığı ise, meseleye hangi “iman”la baktığınıza göre değişecek “rölatif” bir meseledir. Buna karşılık bilim, bu “iman”lardan bağımsız olarak, doğa olaylarının “nasıl”ını (“niçin”ine karışmadan) sebep-sonuç ilişkileri içinde açıklamayı sürdürecektir. Zaten bu nedenle bilim, dinlere ve felsefelere göre değişmeyen seküler ve evrensel bir uğraştır ve öyle de kalmalıdır.
Burada kritik olan soru, İslam ilahiyatı açısından doğa olaylarının nasıl yorumlanması gerektiğidir. Sayın Alkan'ı asıl tedirgin eden nokta da bu sanırım. “Allah'ın niyetini bildiklerini iddia eden birtakım insanlar”ın ortaya çıkıp, “eyy ahali, kadınlar çıplak olduğu için ve bir de askeri tesis bulunduğundan Gölcük'te deprem oldu!” diyeceğinden endişe ettiğini yazmış.
İyi ama benim savunduğum görüş, tam da buna elvermeyen bir görüş. Depremlerin tabiat kanunları çerçevesinde geliştiğini söylemek, bunların “ahlaksızlığa ceza” olarak gelişmediğini de söylemektir çünkü. Zaten gözlemlerimizin bize gösterdiği de budur: Beş yıl önce
Radikal'de yayınlanan bir yazımda belirttiğim gibi, “depremler 'fay hatları' üzerinde olmaktadır, illa 'sefahat hatları' üzerinde değil”.
Ancak bu durum, depremlere ve diğer doğa olaylarına İslami bir yorum getirilemeyeceği anlamına gelmez. Aksine, dini bir gözle doğal felaketlerden çıkarılacak pek çok ders vardır. Bu olaylar bize dünya hayatının geçiciliğini öğretir. Dahası, insanoğluna aczini hatırlatırlar: En zengininden en güçlüsüne kadar tüm insanlar doğal bir felaket karşısında çaresiz kalır, aslında hiç de “müstağni” (eksiksiz ve ihtiyaçsız) olmadıklarını iliklerine kadar hissederler.
Sanırım Türkiye'deki tartışmanın özünde şu yanlış ikilem yatıyor: Bir tarafta “zina ve bina arttı diye deprem oluyor” diyen hatalı bir din anlayışı, öteki tarafta da “bu olaylara din gözüyle bakmak gericiliktir” diyen katı bir sekülerizm var. Ama zihnimizi bu iki kalıptan birine hapsetmek zorunda değiliz ki...