İkinci Davutoğlu Dönemi
[4 Mayıs 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Başbakan Erdoğan geçen Cuma akşamı kabine reformunu açıkladı. Yeni kabinenin hem Türkiye hem de dünya açısından en ilginç yüzü ise, kanımca, Dışişleri Bakanlığı'na getirilen Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu oldu.
Başlıkta “ikinci Davutoğlu dönemi” dedim. Çünkü “Ahmet Hoca” 2003 başlarından bu yana zaten Türk dış politikasına yön vermekte idi. Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanlığı'na atanmasından bugüne dek geçen altı küsur yıl içinde, Ortadoğu'dan Kafkasya'ya, ABD ile ilişkilerden Afrika'ya kadar hemen her alana zaten damgasını vurmuştu.
Bu damgayı geçtiğimiz yıllar içinde sert biçimde eleştirenler de oldu. Davutoğlu'nun Türkiye'yi “Ortadoğululaştırdığını” savunan, bu itirazın kökeninde aslında çoğu kez kendi zihinlerindeki “Arap fobisi”nin yattığını görmeyen kimi Türkler, özellikle de “Beyaz Türkler,” epey yaygara çıkardılar. Ancak Davutoğlu'nun “komşularla sıfır sorun” stratejisinin meyveleri ve Suriye ile İsrail arasında başlattığı sürecin getirileri ortaya çıkınca, bu sert eleştiriler dindi. Hatta daha önce onu eleştirenlerden birkaçı “hata yaptık, Davutoğlu'na haksızlık ettik” diye yazdı da.
Buna benzer sözleri yakın zaman önce Washington'daki itibarlı düşünce kuruluşlarındaki bazı “Türkiye uzmanı” Amerikalılardan da duymuştum. Onlar da “önce Davutoğlu vizyonundan endişe ettik, ama sonra olumlu yanlarını görmeye başladık” diyordu. Ortadoğu'ya savaş ve tehdit ile değil barış ve diyalog ile yaklaşan Obama yönetimi ise, bölgeye “yumuşak güç” yoluyla barış ve istikrar getirmeyi öngören bu “Davutoğlu vizyonunu”na çok daha uygun düştü.
Peki neydi Davutoğlu'nun başarısının sırrı? İlkeli bir insan, derinlikli bir akademisyen ve yetenekli bir diplomat olduğuna kuşku yok. Ancak tüm bunların ötesinde bence en önemli özelliği, değişen dünya şartları karşısında Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu “paradigma değişimi”nin farkında olmasıydı. Dışişleri'nin düzenlediği bir kahvaltılı toplantıda bu ihtiyacı kavramayan statükocu zihniyetten şöyle yakınmıştı:
“Falanca ülkeye yönelik politikamız ne olacak diye konuşuyoruz, bir memur çekmeceden onbeş yıllık bir dosya çıkarıyor, ‘efendim politikamız budur' diyor. İyi ama şartlar değişmiş. O dokümanı da sonuçta bizim gibi bir insan yazmış!”
Burada bir noktanın altını çizelim: Çekmeceden dosya çıkaran ve buna sadık kalmayı isteyen devlet adamı, aynı zamanda kendini riske atmayan adamdır. Çünkü alışılmış çizgiyi korumakta risk yoktur. (Hele de Türkiye'de!) Alışılmış çizgiden çıkıp, ezber bozan devlet adamı ise risk almış olur. Hem sırf bu değişiklik için eleştirilecektir, hem de belki tuttuğu yeni yolda hatalar yapacaktır.
Davutoğlu'nun geçmişte en çok eleştirilen icraatı olan “Hamas lideri Halid Meşal'in Ankara'ya daveti”ni de bu perspektiften görmek gerek.
Sonuçta Davutoğlu'nun Dışişleri Bakanı olmasına sevindim. Kendisine ve ülkemize hayırlı olsun. Tek endişem, epey bir formalite ve seremoni içeren bu yeni rolün, bugüne dek çoğunlukla gözlerden uzak yürüttüğü kıvrak diplomasiye imkan vermeme ihtimalidir. Sanırım bu boşluğu dolduracak bir ekip kurması gerekecek.
Bu arada, ben bu satırları havada yazıyorum ve uçak da Kuala Lumpur'a vardı sayılır. “Ahmet Hoca”nın da bir dönem ders verdiği Malezya'da “Türkiye'de İslam, demokrasi ve serbest piyasa” üzerinde konuşacağım. Detayları, Çarşamba'ya...