Ergenekon Ve Misyonerlik Mi? Yok Artık...
[22 Nisan 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Ergenekon davasının kıymet-i harbiyesine baştan beri inanan birisiyim. Soruşturma çerçevesinde yapılan kimi yanlışlardan yola çıkarak bu davayı toptan mahkum etmeye girişenlere de hiç pabuç bırakmak eğiliminde değilim. Ancak Ergenekon'u önemsizleştirmek ne kadar büyük bir yanlışsa, onu abartmak ve “tüm kötülüklerin kaynağı” gibi algılayıp karikatürleştirmek de o kadar büyük bir yanlış.
Bunları söylemek meşhur “12. Dalga” üzerine biraz daha gerekli hale geldi. Bu dalgada göze alınan veya evleri aranan bazı şahsiyetlerin gerçekten “Ergenekoncu” olabileceği ihtimali pek az kimsenin aklına yattı. Son günlerde bu konuda bir eleştiri bombardımanı yürüyor, özellikle de Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği (ÇYDD) başkanı Prof. Türkan Saylan'ın merkeze alan bir tepki yükseliyor.
Ben bu konuda Murat Belge'nin Taraf'ta yazdıklarına katılıyorum: “Türkan hanım darbeye karşı olduğunu söyledi ve... bundan hiç şüphem yok, ama bütün bu cunta/darbe ajitasyonu içinde bayağı önemli ve bayağı merkezi bir rol oynayan bir örgütün başkanı olduğunu da unutmamak gerek.”
Dolayısıyla “12. Dalga”da bana asıl tuhaf gelen nokta ÇYDD'nin büyüteç altına alınması değil, bununla birlikte ileri sürülen “misyonerlik bağlantısı” oldu. Basına yansıdığına göre bundan sekiz sene önce yazılan ve soruşturmada itibar gören bir “MİT raporu”nda ÇYDD'nin ve onun kafadarı olan ÇEV'in (Çağdaş Eğitim Vakfı) “Dünya Kiliseler Birliği” ile bağlantılı olduğu ve “Hıristiyanlık propagandası” yaptığı yazılıymış. Meğer bunlar “Atatürkçülük ve irtica ile mücadele gibi maskeler altında misyonerlik faaliyeti yapıyor”muş...
Yani, bu hikayeye göre, misyonerlik de “Ergenekon oyunu” imiş!
Kimse kusura bakmasın, ama buna inanmak için bayağı saf olmak lazım.
Çünkü ÇYDD'nin ve ona benzer laikçi güçlerin amacı Türkiye'yi sekülerleştirmektir, “Hıristiyanlaştırmak” değil. Ergenekon ve onun zihinsel altyapısını oluşturan laikçi/ulusalcı ideoloji ise, “misyoner destekçisi” olmak bir yana, tam tersine Türkiye'deki “misyoner paranoyası”nın ve “Hıristiyan avı”nın en önde giden kaynağıdır.
Misyoner paranoyası dedim, çünkü bu konuda koparılan yaygaranın hiç elle tutulur yanı yoktur. Öncelikle bir insanın kendi dinini yayıp anlatması temel bir haktır. Müslümanlar nasıl Batı ülkelerinde camiler ve kültür merkezleri açıp İslam'ı temsil ve tebliğ ediyorsa, Hıristiyanlar da kendi inançlarını buralara taşıyabilirler. Misyonerlik hakkı, din ve vicdan özgürlüğünün bir parçasıdır.
Kaldı ki bu işin çapı ve etkisi de küçüktür. Türkiye'de misyonerlik sonucunda din değiştirmiş insan sayısı bir kaç bini geçmez. Bunun artmasından endişe eden Müslümanların da, devleti din özgürlüğünü çiğnemeye çağırmak yerine, “karşı misyonerlik” yapması, İslam'ı iyi bir şekilde temsil edip anlatması gerekir.
Buna rağmen Türkiye'deki muhafazakar kesimin zihninde kökleri Osmanlı'nın son dönemlerindeki siyasi çalkantılara uzanan bir “misyoner öcüsü” var. Ulusalcılığın meşru ve gayrımeşru temsilcileri ise (ki Ergenekon ikincisine tekabül ediyor) Türkiye'yi içe kapama projelerini topluma satabilmek için bu “çengel”i epeydir kullanıyor. Misyoner paranoyası, muhafazakarları ulusalcılığa eklemleyebilmek için körükleniyor.
Durum bu iken Ergenekon'u veya ondan çok daha geniş olan “laikçi cephe”yi misyonerlikle ilişkilendirmek, sapla samanı birbirine karıştırmaktır. Dahası, Ergenekon davasını çığırından çıkarmaktır.
“Muhafazakar kesim”e iyi niyetle duyurulur...