‘Türkiye Halkı'na Cemaatler De Dahildir
[21 Nisan 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un geçen hafta Harp Akademileri Komutanlığı'nda yaptığı konuşma önemliydi. Ben de dinleyici olarak davet edilmiştim, ama yurtdışında olduğum için gidemedim. Fakat konuşma metnini dikkatle okudum ve kayda değer buldum.
İlk yapılması gereken, Atatürk'e atıf yaparak kullandığı “Türkiye halkı” ifadesi için Sayın Başbuğ'u tebrik etmek. Bu ifade, alışık olduğumuz “Türk halkı” ifadesi yerine, hiç bir etnik vurgu ve hatta ima içermeyen, Türkiye üzerindeki tüm kimlikleri kucaklayan bir anlayışa karşılık geliyor. Ülkenin en derin problemi olan Kürt sorununda çözüme doğru ilerleyebilmek için de bu anlayışın devlet katında itibar görmesi zorunlu. Başbuğ'un “Türkiye halkı açılımı”nı bu açıdan bir kilometre taşı olarak not etmek gerek.
Ancak önce “Türkiye halkı” dedikten sonra, dönüp “bu halkın fertlerine de Türk denir” gibi bir yeniden tanımlama yanlışına düşmemek lazım. Bırakın Türkiye halkının fertleri kendilerini nasıl tanımlıyor iseler tanımlasınlar. Zaten en az yüzde 90'ı “Türküm” diyor. Geride kalanlar “Türkiyeli Kürdüm” demek istiyorsa, bırakalım desinler. Bu konuda hem anayasa hem de resmi ağızlar suskun kalmalı.
Başbuğ öte yandan etnik kimliklerin “kültürel kimlik şeklinde bireysel seviyede yaşanabileceğini”, ancak “azınlık ve grup hakları” boyutuna çekilmesinin yanlış olacağını söylemiş ki, buna da katılıyorum.
Bunu şöyle de okuyabilirsiniz: Kürt vatandaşların kimliklerini özgürce yaşayıp, yaşatıp ifade etmelerine evet. Ancak etnik federasyona, “yerel Kürt parlamentosu”na, Meclis'te “Kürt kotası”na hayır...
Başta dediğim gibi, bu konularda Genelkurmay Başkanı'nın isabetli ve önemli şeyler söylediğini düşünüyorum. Ama başka bir konuda söylediklerine katılmam mümkün değil.
Bu, resmi laiklik anlayışının tuhaflığı nedeniyle devletin bir türlü kabullenemediği dini cemaatler meselesi. Başbuğ'un da bu konuda iki olumsuz önkabul ile yola çıktığı anlaşılıyor:
1) Modern toplumlarda kişi bir cemaatin üyesi değil, birey ve vatandaş olarak yer almalıdır.
2) Cemaatler, toplumda güç haline gelmeye çalışıyor. Demek ki dini istismar ediyor, sömürüyorlar.
Oysa Batı toplumlarını, özellikle de oldukça dindar bir ülke olan Amerika'yı incelersek üstteki kabullerin her ikisine de kolayca karşı çıkabiliriz.
Modern toplumlarda bireylerin ön plana çıktığı doğrudur. Ama bu durum, söz konusu bireylerin kendi rızaları ile bir araya gelip cemaatler kuramayacakları anlamına gelmez. Aksine, Amerika, kendi içlerinde sıkı dayanışma mekanizmaları bulunan dini cemaatlerle doludur. Dahası, hem Amerika'da hem de İngiltere'de “modern toplum” denen aşamaya varmak için geçilen “modernleşme” sürecinde de dini cemaatlerin olumlu katkısı olmuştur. (Adam Smith, “Ulusların Zenginliği”nde bunu iyi anlatır; başka bir yazının konusu olsun.)
İkinci önkabul olan “istismar” meselesi de Türkiye'de çok tekrarlanan bir ezberdir. Birileri bir araya gelip bir tarikat veya dini grup kuruyorsa, bu işin arkasında mutlaka bir “sömürü” olduğu kabul edilir.
Kuşkusuz böyle örnekler de vardır. Ama her dini oluşumun “istismar amaçlı” olduğunu nereden biliyoruz? İnsanlar samimi olarak “dine hizmet” düşüncesiyle bir araya gelip faaliyet gösteremezler mi? Devletin resmi “din hizmetleri”ni yetersiz veya yanlış bulup, dini kendi kalplerine yatan şekliyle yaşamak, korumak ve daha da yaymak için organize olamazlar mı?
Eğer Türkiye'de gerçek bir demokrasi kurulacak ise, son iki sorunun cevabı “evet” olmak zorundadır.
Çünkü Türkiye'de gerçek bir demokrasi kurulacak ise, devlet “Türkiye halkı”nın tümünü kucaklamalıdır. Ve o halka, “laik yaşam biçimli” yurttaşlar kadar, cemaatler ve tarikatlar da dahildir.