Fanus İçinde Yaşayan Ülke
[13 Nisan 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, ABD Başkanı Obama'nın laf arasında ülkemizdeki Kürtlerden “azınlık” diye söz etmesine çok içerlemiş. “Obama'nın Kürt azınlıktan bahsetmesi zoraki bir yeni azınlık oluşturma projesinin peşinde olduğunu ortaya koyuyor” demiş. Sonra teşhisi koymuş: “Bu, Türk milletini bölmeye yönelik girişimdir.” En son da Obama'yı “bu milletten ve Kürtler'den özür dilemeye” davet etmiş.
Peki acaba Sayın Vural (ve “azınlık” kelimesini her duyduklarında küplere binen daha nice Türk) bu kavramın Obama'nın kendi ülkesinde nasıl kullanıldığını biliyor mu?
Ben söyleyeyim: “Azınlık”, ABD'de hukuki değil kültürel bir kavramdır. Kendi içlerinde bir “alt kültür” oluşturan her gruptan azınlık diye söz edilir. Siyahlar, Hispanikler, Asyalılar, hatta eşcinseller gibi. Bunlara “azınlık” diyen hiç bir Amerikalı'nın aklına da “yahu biz bunlara azınlık diyoruz ama böyle giderse ülke bölünecek” diye bir endişe gelmez.
Aynı Amerikalılar başka ülkelerdeki etnik veya dini gruplardan söz ederken de, doğal olarak, kendi lügatlarındaki bu kavramı kullanmakta bir sakınca görmez. Konu Türkiye olunca da Kürtlerden veya Aleviler'den rahatça “azınlık” diye söz ederler.
Ama bizim lügatımızda “azınlık” hassas bir laftır. Biz sadece Lozan'da tanımlanan azınlıkları tanır, buradaki hukuki çerçeve dışında bir “azınlık” anlayışı bilmeyiz. Dahası, eğer birisi Kürtlere veya Alevilere “azınlık” demeye cür'et ederse, sadece kızmakla kalmaz, “Türkiye üzerinde oynanan oyunlar” filmini yeniden görmeye başlarız.
Biz böyle yapınca “azınlık” demeye cür'et etmiş yabancılar hemen “kusura bakmayın, dil sürçmesi oldu, kötü bir niyetimiz yoktu” diye durumu toparlamaya çalışır.
Ama biz kül yutmayız. “Kim yutar bunları, biliyoruz asıl niyetinizi, ağzınızdan baklayı çıkardınız işte” diye tuttururuz. Doğu Perinçek gibi şahsiyetler televizyonlara çıkıp bilmem hangi CIA raporunda kaç kere “azınlık” lafı geçtiğini anlatır, sonra da bu büyük komploya karşı “ulusal direniş” çağrısında bulunur.
Kısacası, ortada sadece lügat, anlayış ve yaklaşım farklılığı var iken, biz sinsi komplolar, hain planlar, Türkiye'yi parçalama projeleri görürüz.
Bu tablo her türlü “hassas mesele”mizde mütemadiyen ortaya çıkar. Bütün dünya Kürtlere Kürt demektedir; ama biz onları “dağ Türkü” diye tanımlamaya kodlandığımız için “Kürt” kelimesi bizde histeri nöbetleri yaratır. Bir süre sonra buna alışırız, ama aynı alerji bu sefer de “Kürdistan” kelimesine karşı sürer. Bütün dünya Ekümenik Patrikhane'ye Ekümenik Patrikhane demektedir; çünkü buranın adı sanı asırlardır budur. Ama biz kendi kendimize iş çıkarıp paranoya ürettiğimiz için her nerde “ekümenik” kelimesini duysak orda yeni bir komplo algılarız. Tek bir “ılımlı İslam” lafından, meşrebimize göre olmadık senaryolar türetir, bunlar yüzünden birbirimizi yer dururuz.
Sorunun kaynağı, Türkiye'de “kanaat önderi” olmaya soyunmuş pek çok insanın, Türkiye dışındaki dünya hakkında pek bir kavrayışa sahip olmayışıdır. Aralarında gezip-görmeyi seven, Paris'teki cafeleri veya New York'taki barları iyi bilenler vardır kuşkusuz. Ama bunların ufku da bu “turizm” boyutunu pek aşmaz. Batı'nın “yaşam biçimi”ni derinlemesine özümseseler de, onun zihniyet dünyasına pek nüfuz edemezler.
Sonuç, fanus içinde yaşayan bir Türkiye'dir. Bu fanusu biraz çatlatıp içeriye yeni bakış açıları sokmaya çalışanlar da ajan, işbirlikçi, ve “Sorosçu” olarak damgalanır. Bu cadı avını gönüllü üstlenen uyanık “bekçiler” sayesinde de fanus hep kapalı ve “zinde” kalır.
Türkiye'nin önünü tıkayan, enerjisini düşüren ve bu ülkede yaşayan insanların ömrünü tüketen en büyük “irtica” da budur...