Türkçe Yazılar

‘Balans Ayarı'nı Seçmen Yaptı

[1 Nisan 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Pazar günkü yerel seçimler hakkında farklı yorumlar yapılıyor. Kimileri, AK Parti'yi “yaşam biçimleri” açısından tehlikeli gören Beyaz Türkler'in daha bir toparlanıp muhalefeti güçlendirdiğini savunuyor. Bazıları, iktidar oylarındaki gerilemeyi ekonomik krize, yolsuzluk söylentilerine ve yanlış aday seçimlerine bağlıyor. “Ceketi aday gösterirsek seçtiririz” söylemine yansıyan aşırı özgüvenin hükümete yaramadığı da söyleniyor. Bir de Kürt sorunu konusundaki “iki ileri, bir geri” gidişatın güneydoğudaki kitleleri tatmin etmediği vurgulanıyor. Kanımca bunların tümünde haklılık payı var. Ama tüm bunların bize gösterdiği çok önemli bir gerçek daha var: Türkiye halkı, bazılarının sandığı gibi “cahil”, “kandırılmaya müsait”, “kömür yardımı ve din sömürüsüyle oy veren” bir sürü değil. Aksine, siyaseti gayet iyi izleyen, bunun kendi hayatını nasıl etkilediğini iyi gören, sandığa giderken de ona göre karar veren duyarlı seçmenler ile yüzyüzeyiz. Bu da topluma ikide bir “balans ayarı” yapmak ve hatta onun seçtiği hükümetleri alaşağı etmek için kendinde yetki gören otoriter güçlerin ne kadar yanıldıklarını gösteriyor. Zaten bu güçler o kadar büyük bir körlük içinde ki, siyasete ne zaman müdahale etseler aleyhinde tavır aldıkları siyasi akımları güçlendirdiklerini göremiyorlar. Bakın, 2007 genel seçimleri öncesindeki “müdahale”leri AK Parti oylarını daha da yükseltmişti. Bu sefer seçim biraz daha “normal” bir ortamda geçti, bu da iktidarın toplum tarafından daha “normal” kriterlere göre değerlendirilmesini sağladı. Kısacası kimsenin gelip de anti-demokratik yollardan siyasete “balans ayarı” yapmasına gerek yok. Bu ayarı en iyi seçmenin kendisi yapıyor. Çıkan sonuca gelince, bunun AK Parti için bir “gerileme” olsa da bir “yenilgi” olmadığı açıktır. Aksine, yüzde 39 gibi bir oran, Türk siyasetinde sadece ve sadece başarıya işaret eder. Söz konusu “gerileme”nin AK Parti için “sonun başlangıcı” olduğu yönündeki yorumlar ise, Frenkçe'de “wishful thinking” denen ve “olması istenen şeye göre düşünme” diye tercüme edebileceğimiz yanlış yaklaşıma tekabül eder. Ancak, AK Parti'nin bu “gerileme”nin bir trende dönüşmemesi için de seçim sonuçlarından dersler çıkarması ve buna göre kendine çekidüzen vermesi şart. Başbakan seçim gecesi yaptığı konuşmada bunu yapacaklarını ima etti. Bu, iyi. Ama işin ciddiye alınması, “nerede hata yaptık” sorusunun derinlemesine düşünülmesi, gerekirse kamuoyu yoklamaları ile analiz edilmesi gerek. Bunu da sırf AK Parti'nin değil Türkiye'nin iyiliği için söylüyorum. Çünkü ister beğenin ister beğenmeyin, bu parti hala tek “Türkiye partisi”. Etnik ve siyasi kimliklerin giderek keskinleştiği, “kamplar” arasındaki sınırların giderek kalınlaştığı bir toplumda böylesi bir “tutkal”a fazlasıyla ihtiyaç var. Ülkenin verimsiz koalisyonlarla dolu bir belirsizlik sürecine yeniden girmemesi için de, tek başına iktidarda olacak bir “merkez” partisi gerekli. Kanımca iktidar için en büyük “nefis muhasebesi” de Türkiye'nin en büyük problemi olan Kürt sorununda gerekiyor. Aslında AK Parti hala Kürt seçmenin çoğunun oyunu alıyor. Ama güneydoğuda yaşadığı belirgin gerileme üzerine şapkayı önüne koyup düşünmesi lazım. Burada da iki önemli soru var: Birincisi, güneydoğuda 2007'de yakalanan ivmenin bugün neden kaybedildiği. İkincisi ise, “DTP gerçeği” karşısında ne yapılması gerektiği. İkinci soru özellikle kritik, çünkü AK Parti ne kadar Kürt oyu kazanırsa kazansın, DTP'nin tabanı ortadan kalkacak değil. Seçim gecesi Diyarbakır'daydım ve DTP merkezindeki kutlamaları yerinde izlerken bunu bir kez daha anladım. Detayları, bir sonraki yazıya...
All for Joomla All for Webmasters