‘Cahil Halk' Ve Kibirli Seçkinler
[25 Mart 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Son haftalarda birbiri ardına gündemimize düşen ilginç “ses kayıtları”ndan biri, Genelkurmay eski Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'ya ait olduğu ileri sürülen ve “halkın cahilliği” üzerinde “analiz”ler yapan bir konuşma. Buna göre, “Cumhurbaşkanı'nın halk tarafından seçilmesi kadar tehlikeli bir şey yok” demiş emekli general. Ve eklemiş: “Çünkü Türkiye Fransa, İsviçre değil, halk cahil.”
Bunu duyduğumda hiç şaşırmadım. Tek Parti devrinden bu yana hiç değişmeden gelen bir zihniyetin ifadesi çünkü bu sözler.
Bu zihniyet sahiplerinin kendilerine söyleyeceklerimize ikna olup demokrasiye inanmaya başlayacaklarını da hiç sanmıyorum. Ama yine de deneyelim; bir şeyler söyleyelim.
İlk belirtilmesi gereken, dünyanın hemen her ülkesinde halkın önemli bir bölümünün göreceli olarak “cahil” olduğudur. Söz konusu ses kaydında Fransa ve İsviçre örnekleri geçiyor, ama ben bunlardan daha köklü bir demokrasi olan ABD'yi örnek vereyim. Amerikan halkının çok büyük bir bölümü dünya ve hatta kendi ülkesi hakkında şaşırtıcı derecede bilgisizdir. Araştırmacı Rick Shenkman “Ne Kadar Aptalız? Amerikan Seçmeni Hakkındaki Gerçekle Yüzleşmek” adlı kitabında buna dair çarpıcı örnekler verir: Beş seçmenden ancak ikisi federal hükümetin üç kuvvetini (yasama, yürütme, yargı) sayabilmektedir. Yine sadece beş seçmenden biri Senato'daki sandalye sayısının 100 olduğunu bilmektedir. Ve sadece yedi seçmenden sadece biri Irak'ın yerini haritada gösterebilmektedir!
Peki ne yapmaktadır bu durum karşısında Amerika'nın elitleri? “Halk cahil, onun için seçtiklerini alaşağı edip ülkeyi biz yönetelim” mi demektedirler?
Hayır, böyle bir şey kimsenin aklına bile gelmez. Çünkü toplumun “cahil” kesimlerinin çok ama çok iyi bildiği bir şey vardır: Kendi hayatları!.. Kansas'taki bir Mısır çiftçisi dünya siyasetinden hiç anlamıyor olabilir, ama hükümetin tarım politikasının kendi işini nasıl etkilediğini bal gibi anlamaktadır. Chicago'nun kenar mahallelerinde yaşayan eğitimsiz bir siyah, ırk ayrımcılığının ne olduğunu çok iyi bilmekte, hangi Başkan adayının bunu ortadan kaldırmaya niyetli olduğunu da çok iyi hissetmektedir.
Emin olun, Türkiye'de de Hakkari'nin bir mezrasında yaşayan bir köylünün “Kürt sorunu” hakkında hepimize ufuk açacak bir bilgeliği, ya da Kayseri'deki küçük bir işletme sahibinin ekonomik meselelerde Ankara'ya yol gösterecek önemli sezgileri vardır.
Eğer bu insanları “cahil” diye küçümser, taleplerine kulak tıkar, sonra da Ankara'da kibirli kibirli oturup “bunları nasıl adam edeceğiz” diye otoriter planlar yaparsanız, fena halde çuvallarsınız. Kendinizin ve ahbap-çavuşlarınızın zihniyetinden başka bir perspektif bilmediğiniz için, meselelere at gözlüğüyle bakar, bu yüzden de vahim hatalar yaparsınız. Mesela Kürtçe'yi yasaklar ve bu yolla bitirmek istediğiniz sorunu kangrenleştirirsiniz. (Eğer azıcık özeleştiri yeteneğiniz kalmışsa belki onyıllar sonra oturur, bir itirafta bulunur, “yahu hata yapmışız, keşke yasaklamasaydık” diye hayıflanırsınız.)
Evet, sorunun kökeni kibirdir. Kendilerini “okumuş” ve “aydınlanmış” sayan bir zümrenin, her şeyi herkesten iyi bildiğini sanmasıdır. Oysa “okumak,” doğruyu bulmayı garantilemez. Çünkü ortada öyle kolayca bulunacak mutlak doğrular yoktur. Eğer öyle olsaydı Türk entelijansiyası içinde liberal, sosyalist, milliyetçi, İslamcı gibi farklı tonlar yer almazdı. Eğer öyle olsaydı, zamanında Doğan Avcıoğlu gibi epey “okumuş” insanlar, ülkede Baas benzeri askeri bir rejim kurmak için darbe planlamak gibi feci işlere kalkışmazlardı.
Bu nedenle, bize sürekli halkın “eğitime” ihtiyacı olduğunu telkin eden söyleme karşı biraz ihtiyatlı olmak gerekir. Bu klişe her daim tekrar edilirken başka bir gerçek göz ardı edilmektedir: Bu ülkenin seçkinlerinin de fena halde “tevazu”ya ihtiyacı vardır.