Türk Laikçileri Darwin'den Ne Anlar?
[24 Şubat 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'deki laikçi koronun en keskin kalemlerinden biri olan Mine Kırıkkanat, geçen hafta “Dehanın Adı Darwin” başlıklı bir yazı kaleme aldı. Vatan gazetesindeki yazı, başlığından da anlaşıldığı gibi, Charles Darwin'e ve onun geliştirdiği evrim teorisine yönelik bir medhiye niteliğindeydi. Yazarın bu platonik aşkının sebebi de kurduğu ilk cümleden anlaşılıyordu. İngiliz biyoloğun teorisi, ona göre, “evrensel ilericiliği aydınlatırken, her ülkeden ve dinden gericiliği yakmış” idi.
Ancak Kırıkkanat'ın kendisi tam aydınlanamamış olacak ki, Darwin'i ve diğer “dahileri” överken vahim bir pot kırdı. Lafı Darwin'in Fransız öncülü Jean Baptiste Lamarck'a getirdikten sonra aynen şöyle yazdı: “Lamarck... canlı hücrelerin zaman ve çevreye göre değişime uğradığını çözmüş. Canlıların, tekrarlanan hareketle kazandığı fiziki becerinin, kuşaktan kuşağa aktarılarak ‘evrime' uğradığını zaten gözlemlemiş.”
Bir biyoloji öğretmeni, bu cümleyi okuyunca yazarına hiç çekinmeden “sıfır” notu verebilir. Çünkü en az 100 yıl önce ortaya çıkmıştır ki, Lamarck'ın varsayımının aksine, canlılar hayatları boyunca kazandıkları özellikleri bir sonraki nesle aktaramamaktadır. Vücut geliştirme şampiyonlarının çocukları normalden daha kaslı doğmamakta, nesiller boyu sünnet olan bir sülalenin evladı hayata gözlerini sünnetsiz açmaktadır. Lamarck'ın tezi kökünden yanlıştır ve zaten o yüzden Darwinizm onun yerine geçmiştir. Bunu da evrim teorisinin ABC'sini okuyan herkes bilir.
Ama anlaşılan Kırıkkanat'ın derdi, evrim teorisinin ABC'si değil. Bu teorinin “evrensel ilericiliği aydınlatırken, her ülkeden ve dinden gericiliği yakmış” olması. Daha doğrusu, yazarın durumun öyle olduğunu sanması.
Peki durum gerçekten öyle mi?
Hayır. Durum, öncelikle Darwin'in teorisi hala tartışmalı bir teori olduğu için öyle değil. Teoriyi eleştirenler arasında ise sadece “dinciler” değil, Karl Popper gibi büyük bilim felsefecileri de var. Teoriye karşı çıkan bir grup bilim adamının geliştirdiği ve Türkiye'de tanınmasına benim de katkıda bulunduğum “Akıllı Tasarım” (Intelligent Design) teorisi ise, “yaratılışçılık”ın aksine, dini metinlere değil bilimsel bulgulara yaslanıyor.
Ancak bundan fazlası da var. Darwinizm ile Akıllı Tasarım arasındaki tartışma, yeryüzündeki yaşamın kökeninin doğal süreçlerle açıklanıp açıklanamayacağı noktasında düğümleniyor. Ve diyelim ki bunun sonucunda Darwinizm haklı çıksın; ne olmuş olacak?
Olacak olan şu: Yeryüzündeki canlıların “doğaüstü” müdahalelerle değil, aynen bulutların oluşması veya yağmurun yağması gibi, doğa kanunları sonucunda var olduğu anlaşılacak. Bu, ilahi kitaplardaki yaratılış bahislerinin “lafzi” yorumuyla çelişiyor kuşkusuz, ama aynı bahislerin “mecazi” yorumu da mümkün. “Allah'ın eli” denince, lafzi bir yorum yapıp bedensel bir “el” varsaymak yerine, daha mecazi bir yorum yapıp O'nun kudretini düşünmüyor muyuz? Ve neden doğa kanunları da O'nun kudretinin yansıması olarak anlaşılmasın?
İşte tam bu noktadan hareketle Darwinizm'in İslam'la çelişmediğini savunan Müslümanlar ya da Hıristiyanlıkla çelişmediğini savunan Hıristiyanlar var. Bunlardan bazıları da bu teorinin gelişmesine bizzat katkıda bulunan bilim adamları. Dünyanın en ünlü fosil bilimcilerinden biri olan Cambridge Üniversitesi profesörü Simon Conway Morris, bunlardan biri. Morris, evrim sürecinin rastlantısal olmadığını savunuyor, bu görüşü destekleyen örnekler gösteriyor ve tüm bu sürecin arkasında bir amaç bulunduğu sonucuna varıyor. Richard Dawkins gibi ateistleri de kendi materyalist felsefelerini evrim üzerinden pazarlamakla eleştiriyor.
Aynı pazarlama işine bizim laikçilerin de giriştiği ortada. İşin traji-komik yönü, faydalı bir araç olarak görüp benimsedikleri teoriyi çoğunun pek anlamaması. Neyi savunduklarını bilseler, bari içim yanmayacak...