Türkçe Yazılar

Türkiye Ve Hamas

[28 Ocak 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Son günlerde hükümet, “Türkiye'yi Ortadoğu bataklığına soktuğu” ve hatta “Ortadoğululaştırdığı” için eleştiriliyor. Bu eleştirinin merkezinde de Hamas ile kurulan ilişki var. Aslında buna benzer eleştirileri 2005 yılında Suriye ile Türkiye arasındaki yakınlaşma ivme kazandığında da duyuyorduk. Washington'dan sert tepkiler gelirken, Türkiye'deki bazı yazarlar da “hükümet baltayı taşa vuruyor” diye çıkışıyordu. Açık söyleyeyim, o zaman ben de Ankara-Şam yakınlaşması zarar getirir mi diye endişe etmiştim. Ancak Ankara'nın Suriye ile İsrail arasında barış görüşmelerine zemin hazırladığı ortaya çıkınca, bu tepkiler dindi. Dahası, “Türklerin bir bildiği ve bizim başta inanmadığımız bir iyi niyeti varmış” diyen Amerikalı uzmanlar da oldu. Türk basınında da, hükümetin dış politikasının, özellikle de bunun en büyük mimarı olan Başbakanlık Dış Politika Başdanışmanı Prof. Ahmet Davutoğlu'nun hakkını teslim edenler çıktı. Dolasıyla bugün “Hamas'la ilişki” konusunda getirilen eleştirilere de biraz ihtiyatlı bakmak gerek. Zaten burada birbiriyle karıştırılan iki ayrı şey var: 1) Türkiye'yi “Hamas taraftarı” görünümüne sokan keskin bir söylem. 2) Hamas ile diyaloğu sürdürerek, onu önümüzdeki dönemde ivme kazanması muhtemel gözüken İsrail-Filistin barış sürecine entegre etmeye çalışan bir diplomasi. Bunlardan birincisi yanlıştır; çünkü Filistin halkının derdine deva olmayacağı gibi Türkiye'yi “etkisiz eleman” haline getirmekten başka bir işe yaramaz. Bu riske özellikle Başbakan'ın dikkat etmesi gerek. İkincisi ise doğrudur, çok gereklidir ve hem Filistin'in hem de Türkiye'nin menfaatinedir. İkinci meseleyi biraz açalım. İsrail'in acımasız militarizmine ne kadar haklı öfke ve tepki duyarsak duyalım, eğer sakin kafayla oturup düşünürsek bu militarizmin daha fazla kan dökmesini engellemenin tek yolunun, İsrail ile Filistin arasında “iki devletli çözüm”e dayalı bir barış yapılması olduğunu görürüz. Bugün bu barışa varmanın tek yolu da, İsrail tarafında işgalci emellerin dizginlenmesi, Filistin tarafında ise barış sürecini yürütebilecek bir “ulusal birlik” sağlanmasıdır. Washington'daki Obama yönetiminin selefi kadar koyu İsrail yanlısı olmayacağı, dolayısıyla İsrail'i işgal altındaki topraklardaki yerleşim birimlerini sökmeye ve 1967 sınırlarına dönmeye zorlayabileceği anlaşılıyor. Bu yeni Amerika'nın Mahmut Abbas liderliğindeki Filistin yönetimi ile kolayca çalışabileceği de ortada. Zaten Obama'nın ilk aradığı devlet başkanı Abbas oldu. Geriye “Hamas faktörü” kalıyor. New York Times gazetesi köşe yazarı Thomas Friedman, geçen Pazar günkü yazısında, Ortadoğu uzmanı (ve İsrail yanlısı) Stephen P. Cohen'den şu teşhisi aktarıyor: “Filistin'deki barış ortağının anlaşmalar imzalayıp bunları yerine getirebilmesi için, kendi halkı içinde yeterince meşruiyet sahibi olması gerek. Eğer Hamas bu Filistin iradesinin bir parçası olmazsa, herhangi bir İsrail-Filistin barışı anlamsızlaşacaktır.” Yani Hamas'ın dahil olmadığı bir barış mümkün değil. Dolayısıyla da, birilerinin Hamas'ı ikna etmesi, diplomatik sürece sokması ve onun ile “öteki taraf”ın arasını bulması gerek. Friedman bu iş için Suudi Arabistan ve Mısır'a bel bağlamış. Ama Türkiye'nin de deklemde yeri var ve belki bu iki ülkeden daha etkili bile olabilir. Ahmet Davutoğlu'nun bu vizyona sahip olduğu ve o yönde yoğun gayret gösterdiği ise ortada. Onu ve Filistin'e çözüm arayan tüm bir “Türk diplomasisi”ni Oryantalizm ve Arap düşmanlığı kokan eleştirilerle yıldırmak yanlış olduğu gibi, Yahudi düşmanlığı boyutuna varan keskin bir dille etkisizleştirmek de yanlış. Türkiye, Filistin halkının trajedisine karşı duyarsız kalamaz. Ama bu duyarlılığı akıl ve denge ile hayata geçirmek de şart.
All for Joomla All for Webmasters