‘Sevinin, Çünkü Allah Var'
[1 Şubat 2009 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
İngiltere'deki bir grup ateistin Londra otobüslerine “Muhtemelen Tanrı yok. Endişelenmeyi bırakın ve hayatın tadını çıkarmaya bakın” yazılı ilanlar asması, son aylarda epey gündeme geldi. Bizim medyada bu konuyu ele alan haberlerin çoğunun odak noktası, Batı'daki dindarların bu ilanı nasıl karşıladığıydı. Ancak ilanın verdiği mesajı da oturup bir düşünmekte fayda var. Madem ateistler bu kadar para verip ortaya çıkmışlar, ne diyorlar bir bakalım.
“Muhtelemen Tanrı yok” ifadesi, ateistlerin binlerce yıllık amentüsünün biraz “olasılık” katılarak yumuşatılmış hali. Daha ilginç olan, buradan varılan sonuç. Allah'ın yokluğu fikri, “endişelenmemek” ve “hayatın tadını çıkarmak” için bir gerekçe sayılıyor. İyi ama neden öyle olsun?
Aslında burada karşımıza çıkan şey, sadece ateistlerin değil diğer pek çok seküler insanın da kabul ettiği bir fikirdir. Allah'a ve dine inanmanın, insanı hayatın lezzetlerinden alıkoyduğunu, neşesini öldürdüğünü, onun keder ve karamsarlık verdiğini varsayarlar. Tam da böyle din yorumları olduğunu ise inkar edemeyiz: Ortaçağ Katolik Kilisesi veya uçurtma uçurmayı bile yasaklayan Taliban rejimi gibi.
Ancak neşeyi engellemek bir yana, onu Allah'ın rahmetinin bir yansıması olarak teşvik eden din anlayışları da vardır. Günümüzün Batı Hıristiyanlığında ve İslam'ın özellikle tasavvuf damarında buna rastlamak mümkündür. Öte yandan “neşeye karşı savaş açmak” sadece dini değil, aynı zamanda ateist hareketlerde de görülebilir ve görülmüştür. Kamboçya'daki Kızıl Khmer rejimi, insanların her türlü bireysel zevk ve rahatını engellemiş, komünist partiyi övenler hariç tüm resim ve müzik eserlerini yasaklamış, “kahkaha atmayı” bile suç sayabilmişti.
Ancak gelin tüm bu sosyo-politik örnekleri bir kenara bırakalım ve modern dünyanın açık toplumunda yaşayan bir birey için aynı soruyu yeniden soralım: Allah'ın varlığını kabul etmek, bu bireyi gerçekten “endişe”ye ve “hayatın tadını çıkaramamaya” mı sürükleyecektir?
Önce “endişe” kısmına bakalım. Eğer İngiliz ateistlerinin argümanı doğru olsaydı, ateistlerin dindarlardan daha “endişesiz”, dolayısıyla “stressiz” bir hayat sürmesi beklenirdi. Dini inancı bir “nevroz” yani akıl hastalığı olarak gören Freud'un öngörüsü de buydu. Oysa son 20-30 yıldır bu konuda yapılan araştırmalar, ısrarla, durumun tam aksi olduğunu gösteriyor. Psikolojik istatistikler, dindar insanların diğerlerine kıyasla ortalamada daha mutlu bir hayat sürdüğünü, intihara dört kat daha az yatkın olduğunu, hayat boyunca daha az psikolojik sorun yaşadığını ortaya koyuyor. (Patrick Glynn, “God: The Evidence,” s. 57-97)
Peki ya “hayatın tadını çıkarma”? Din, ahlaki kural ve yasaklar getirerek, insanların keyiflerini kısıtlamıyor mu?
Evet, kısıtlıyor. Ama bunun sonucunun mutsuzluk değil tam aksine mutluluk olduğunu gösteren bir çok veri de var. Amerika'da 1960'larda zirve yapan “cinsel devrim”in psikolojik sorunlarla boğuşan bir nesil yarattığı, buna karşılık geleneksel aile değerlerini koruyanların ortalamada daha dengeli, sağlıklı ve mutlu yaşamlar sürdüğü biliniyor. Bu ülkenin geçen yüzyıldaki önde gelen aydınlarından Walter Lippman, tabloyu şöyle özetliyor: “İnsanlar, tutkularını tatmin ederek mutlu olamıyorlar. Mutlu olmalarının yolu, bu tutkularını dizginleyen ve onlara bir tutarlılık kazandıran bir ahlaki değerler sistemi içinde yaşamaları.”
Tüm bunlara bakınca, “Muhtemelen Tanrı yok. Endişelenmeyi bırakın ve hayatın tadını çıkarmaya bakın” sloganı, pek ikna edici durmuyor. Aksine “Tanrı yok” diye inanınca, ve sonra da hayatı tümüyle “başına buyruk” yaşayınca, mutluluk zorlaşıyor.
Ve o yüzden, belki de şöyle bir slogan, hayatın gerçeğini bize daha iyi anlatıyor: “Sevinin, çünkü Allah var. O'nu bilerek yaşayın ve mutlu olun.”