Ak Parti Ve Kürt Sorunu (II)
[3 Aralık 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Türkiye'de son yıllarda sık sık yaşadığımız garip bir şey var: Abdullah Öcalan'ın İmralı'daki hücresinde bir şekilde rahatının bozulduğuna dair haberler yayılıyor. Örneğin saçları fazla kesilmiş, havalandırmaya çıkarılmamış veya yavaşça zehirleniyormuş gibi söylentiler... Bunun üzerine de onbinlerce kişi sokağa çıkıp gösteri yapıyor, “Öcalan'a özgürlük” sloganları atarak “önder”lerinin başına geldiğini düşündükleri bu işlere isyan ediyorlar.
Bu tablo karşısında biraz oturup düşünmek lazım. Abdullah Öcalan kim? Türkiye'nin yüzde 90'ının gözünde bir “terör örgütü lideri”. (Benim gözümde de öyle.) Hatta “bebek katili.” Öldüresiye nefret edilen, bir kaşık suda boğuverilmek istenen birisi. Ama işte Türkiye'nin bir kısmı da var ki, onların gözünde Öcalan büyük bir kahraman, bir “halk lideri”.
Bu muazzam “algı uçurumu”nu görmezden gelerek bir yere varamayız. Oturup biraz düşünmemiz ve bazı sonuçlar çıkarmamız lazım.
İlk görmemiz gereken, PKK'nın, Dev-Sol veya İBDA-C gibi bir kaç yüz kişilik bir militan kadrosundan oluşan dar bir örgüt olmadığı. Arkasında kitle desteği var. Onun için de sadece silahla ortadan kaldırılması mümkün değil.
PKK'ya sempati duyan kitlelere “vay hainler” diye köpürmenin ve “ya sev, ya terk et” diye üzerlerine gitmenin ise faydası yok. Çünkü her seçimde yaklaşık yüzde 5'lik bir oy dilimi oluşturan bu insanlar, “bebek katlini” takdir ettikleri için değil, ama apayrı bir algı dünyasında yaşadıkları için PKK'yı seviyor. Bejan Matur bunu birkaç kez ve çok ustaca yazdı Zaman'da. PKK sempatizanları, olaylara apayrı bir kanaldan bakıyor, asıl “terör”ün devlet tarafından yapıldığına, “gerilla”nın onurlu bir “direniş” yürüttüğüne inanıyor. İçinde bulundukları çevre, okudukları gazete, seyrettikleri televizyon onlara bunu söylüyor. Türkiye'nin yüzde 90'ının bağrını şehit düşmüş askerlerimizin acısı dağlıyor. Bu yüzde 5'lik kesimin kalbini ise, boşaltılan köyler, jandarma dipçiği ve “seksen yıllık inkâr ve aşağılama” yakıyor. Bir de etnik milliyetçilik ateşi...
Bu tabloda çok önemli bir unsur daha var. Araştırmalar, Türkiye'deki Kürt nüfusun yüzde 13-15 civarında olduğunu gösteriyor. PKK tabanı ise yüzde 5'in altında. Yani neredeyse her üç Kürt vatandaştan ikisi PKK'ya soğuk duruyor. İşte son seçimde bu oyların hemen hepsini AK Parti topladı. AK Parti'nin arkasındaki bu “Kürt seçmen” çok önemli, çünkü PKK'nın “Kürt halkının temsilcisi” olma iddiasını boşa çıkarıyor.
Ama AK Parti'nin tüm Kürt oylarını kazanması, “PKK tabanını fethetmesi” imkansız. Hatta AK Parti'nin bölgeyi “silip süpürmesi”, PKK tarafını daha da öfkelendirip şiddeti iyice tırmandırabilir. Zaten öyle de oldu, son bir kaç yılda.
Peki ne yapmalı?.. Yapılması gereken, bir taraftan “Kürt kimliğine saygı ve özgürlük” adımları atmak, bu konuda tam bir serbestlik ortamı sağlamak. Bu, PKK'ya taban oluşturan tepki ve öfkeyi azaltacaktır. Yapılması gereken diğer şey ise, PKK tabanının siyasi temsilcileri, yani DTP'liler ile “siz nasıl bir ülke istiyorsunuz” diye oturup konuşmak. Bırakalım anlatsınlar “demokratik özerklik” derken ne kastediyor, ne talep ediyorlar. Bunların hangisi olabilir, hangisi olamaz. Bu, bizim onların dünyasını daha iyi tanımamızı, onların da kendi dar çevrelerinden çıkıp Türkiye gerçeklerini daha iyi anlamalarını sağlayabilir.
Bu açıdan DTP'nin kapatılması yanlış olacağı gibi, DTP'lilerin susturulması da fevkâlede hatalıdır. Hükümetin takındığı “PKK'ya terör örgütü demedikçe sizle konuşmayız” tavrının da, Türkiye genelinde olumlu yankılanması dışında, meseleye getirdiği bir fayda yoktur. Adamlar PKK'ya niye terör örgütü desinler ki; PKK'yı temsil ediyorlar zaten. Ve zaten bu yüzden onlarla bir şekilde konuşmak lazım ki bu işe kansız bir çözüm bulunsun.