Türkçe Yazılar

‘Şehirli' Türklerin ‘Köylü' Zihniyeti

[24 Aralık 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Hürriyet editörü Sefa Kaplan'ın geçen hafta yayınlanan “Köylü İslam” konulu yazı dizisi, oldukça iyiydi. Söz konusu gazetede “köşe yazarlığı” yapan isimlerin en az yarısını cebinden çıkarabilecek bir entelektüel olan Kaplan, sosyal bilimci ve ilahiyatçıların görüşlerine başvurarak, Türkiye'deki İslami pratiğin neden “kentlilik”ten uzak olduğunu sorguluyordu. Bu soruya orada verilen cevapların çoğu da kanımca doğruydu. Ancak “ülkemizdeki İslami pratik niçin şehirliden çok köylü” diye sorarken, bu soruyu soran, hatta aslında sormaya bile zahmet etmeyip daha ziyade “bu köylüler etrafımızı sardı şekerim” diye yakınan Türkler'in de vaziyetine biraz bakmak lazım. Acaba bu “şehirli”lerimiz gerçekte ne kadar şehirli? Aslında “şehirli” ne demek, önce bir ona değinelim. Yerimiz dar, onun için bu konudaki tek bir tanıma atıfta bulunayım: Alman sosyolog Tönnies'in ünlü “cemaat-cemiyet” ayrımına. Buna göre, tarıma dayalı geleneksel yaşam, insani ilişkilerin sık dokulu ve senli-benli olduğu “cemaat”ler; endüstriye dayalı modern yaşam ise, bireyselliğin ön plana çıktığı “cemiyet”ler oluşturur. Yani modern anlamda “şehirli” olmanın en büyük ölçüsü, kendi başına düşünüp karar veren bir “birey” olmaktır. 90'lı yıllarda Boğaziçi Üniversitesi'ndeki sosyoloji derslerimde okurdum bunları. Ama dersten çıkıp da okulun ünlü “sosyete kantini”ne gidince, karşıma enteresan bir tablo çıkardı: Neredeyse herkes birbirine benzerdi. O zamanlar siyah “tayt” üzerine giyilen siyah Harley Davidson çizmeler modaydı; “havalı” kızların hemen hepsi tornadan çıkmış gibi onları giyerdi. Zevkler, renkler ve hatta mimikler bile birbirine yakındı. Okulun bir de “orta kantin”i vardı; bu “sosyetik”ler oraya ayak basmaz, o tarafa ancak solcu veya İslamcı “ideolojik”ler giderdi. Kısacası bizim Boğaziçi de (yani orası bile!) bir “cemiyet”ten çok, bir kaç “cemaat”in birbirlerine fazla dokunmadan bir arada bulunduğu bir yere benziyordu. O zamanlar aynı sıraları paylaştığım, şu aralar California Üniversitesi'nde doktora yapan bir arkadaşım var. Bir defasında sohbet ediyorduk. “Beni en çok ne şaşırttı burdaki kampüste, biliyor musun” dedi. “İnsanlar birbirine hiç benzemiyor. Kimi botla geliyor derse kimi terlikle, çoğu da ne giydiğini hiç umursamıyor.” Amerika'ya gittiğimde beni de en çok etkileyen şeylerden biri budur: Bu ülkenin şehirlerinde herkes kendine göre bir havadadır. Hangi kılıkla gezerseniz gezin, kimse dönüp size bakmaz. (New York'ta gelip geçene dönüp dönüp bakan birini görürseniz, bilin ki Türk olma ihtimali yüksektir.) Hem insanların acelesi vardır, hem de sizden görmeyi bekledikleri standart bir şekil yoktur ki, oturup “bu da kimmiş böyle” diye süzsünler. İşte bu bireysellikle kıyaslandığında, bizim “şehirli” Türklerin çoğu, özellikle de kendilerini “çağdaş” addedenler, aslında epey cemaatçi ve dolayısıyla da “köylü”dür. Kuşkusuz Batı'daki şehirli yaşamın “lezzet”lerini iyi bilirler. Hangi şarap hangi peynirle gider, neyle ne giyilir, vesaire... Ama “zihniyet” itibarıyla hiç biri birer “birey” değildir. Onun için tornadan çıkmış gibi giyinir, yaşar ve düşünürler. Kendi kalıplarına uymayan herkesi de yargılar ve ayıplarlar. Baksanıza, bir gazete, Hac'dan dönen THY Genel Müdürü'nün “havaalanına terlikle girdiğini” tespit etmiş. Bu müthiş buluşu da haber yapıp, “Temel Kotil'in VIP'deki terlikli fotoğrafı, Sefa Kaplan'ın ‘Köylü İslam' yazısına cuk oturdu” diye yazmış. Ama ne yazık ki, bunu yaparken, böyle saplantıların ancak insanlara dönüp dönüp bakan o “ayıplayıcılar”a has olduğunu fark edememiş. Ne yapalım, köylülük işte...
All for Joomla All for Webmasters