Özür Dileme Hürriyeti
[22 Aralık 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Söze kendi pozisyonumu belirtmekle gireyim: 1915 faciası ilgili “Özür Diliyoruz” deklarasyonuna imza atmadım. Eğer deklarasyon tek tarafın mağduriyeti düşüncesini çağrıştıran bir “özür”le değil de, karşılıklı bir trajediyi ima eden bir “acı paylaşma” ile bitseydi, sanırım o zaman imzalardım. Çünkü, yaşanan facianın, Ermeni tarafını çok daha ağır şekilde vurmuş olsa da, sonuçta bir bir “mukâtele” yani karşılıklı öldürme olduğu kanısındayım. Konunun uzmanı hiç değilim, ama şu ana kadar okuyup öğrendiklerim beni bu sonuca vardırdı.
Peki madem “Ermeniler'den özür dileyen” 15 bin küsur Türk'ün arasında değilim, onları “hain” mi sayıyorum?
Hayır. Aksine, onları böyle suçlayanlar da bence haksızlık ediyor.
Önce şunu görelim: 1915 faciası ile ilgili iki ayrı “anlatı” var. Birincisi, Türkiye'nin resmi ve milli görüşü. Bu, yakın zamana kadar “Ermeniler değil, asıl biz kıyıldık” demeye getiriyordu. Şimdi biraz daha dengeli bir söylem tutturduk: “Evet, Ermeniler büyük bir kayıp yaşadı, ama bunun bir sebebi var; onlar arasındaki milliyetçilerin provokasyonları tehcir kararına sebep oldu; amaç da öldürmek değil transfer etmekti”, diyoruz.
Ancak bir avuç alternatif tarihçi dışında dünyada Türkiye'nin resmi ve milli görüşüne yakın duran pek kimse yok. Özellikle de Batı dünyasının çoğunluğu, bizim “Ermeni tezi” dediğimiz şeye, yani “kontekst”i ne olursa olsun, bunun planlı bir katliamlar zinciri, bir “soykırım” olduğuna inanıyor.
“Özür diliyoruz” metnini imzalayanların hemen hepsi de, dünyayı iyi tanıyan, dolayısıyla sadece yerel değil aynı zamanda küresel bilgi kaynaklarıyla da beslenen aydınlar. Dolayısıyla meseleye Türkiye'nin resmi ve milli tezi dışından bakmak için “ihanet” etmeleri gerekmiyor; uluslararası literatüre itibar etmeleri yeterli. Dahası, Türkiye'nin resmi ağızlarının yakın zamana kadar savunduğu “Kürt yoktur, dağ Türkü vardır” gibi saçmalıklardan bir “karine” çıkarmaları da mümkün.
Bu tutuma tepki gösterenler ise, “siz nasıl olur da resmi ve milli görüşü reddedersiniz” diye kızıyor. İyi ama bu imzacılar, 1915'te yaşanan olayın özür gerektiren bir “Büyük Felâket” olduğuna ikna olmuşlarsa, ne yapsınlar? Doğruluğuna inandıkları bir tutumdan, resmi ve milli görüş aksini gerektiriyor diye, geri adım mı atsınlar?
Aynı soru, biraz daha ilkesel bir seviyeye çekilerek, şöyle de sorulabilir: “Milli davalar” ve “ulusal çıkarlar” mı daha değerlidir, yoksa hakikât ve adalet mi?
Benim tercihim hakikât ve adalet yönündedir. “Özür dileyen” aydınların çoğunun da böyle düşündüğünü tahmin ediyorum. Bu yüzden de “niyet”lerinde bir sorun görmüyorum. Ancak bazılarının, dünyadaki yaygın görüşe itibar ederken, madalyonun “Türk tezi”nde vurgulanan öteki yüzünü ihmal ettiği kanısındayım. Sanırım hakikât de bu iki yüzün arasında bir yerde.
Kaldı ki işin şöyle “pragmatik” bir yanı var: Bu aydınlar, Ermeniler'den özür dilemekle aslında Türkiye'nin “Ermeni davası”na zarar vermiş de olmuyorlar. Çünkü bu konuda bugüne dek Türkiye'yi en haksız duruma düşüren şey, kendi içinde serbest tartışmaya izin vermemesiydi. Hani biz 70 küsur milyonun her ferdinin tek bir ağızdan aynı şeyi haykırmasını isteyip duruyoruz ya... İşte “özgür dünya” için en ürkütücü olan, totaliter toplum tablosu çizen bu tek seslilikti. Bugün ülke içinden farklı sesler çıkması, Türk diplomasinin ancak elini güçlendirir.
Bunu gördüğü belli olan Sayın Cumhurbaşkanı'nın meseleyi “ifade özgürlüğü” çerçevesinde yorumlaması, tek kelimeyle bilgelik. Irkçı bir CHP milletvekilinin ona yönelik çirkin ve seviyesiz sataşmaları ise, CHP'nin o meşhur “genleri”nde nelerin kodlu olduğunu bize bir kez daha gösteriyor.