Herkesin ‘Yeri' Kendince Doğrudur
[20 Ekim 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
PKK'nın Aktütün saldırısından sonra gelişen polemik, Türkiye'nin bazı köklü zihniyet sorunlarını gözlemlemek için iyi bir örnek.
Her şey, malum, Taraf gazetesinin “saldırı önceden biliniyordu, Genel Kurmay önlem almadı” demeye getiren manşetleriyle başladı. Bunun üzerine Genel Kurmay Başkanı çok sert bir açıklama yapıp herkesi “doğru yerde durmaya” çağırdı. Dahası Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Mahkemesi Aktütün'le ilgili yayınları yasakladı. Yani bu konuda söz söyleme hakkı sadece orduya verilmiş oldu. Öte yandan Başbakan da Genel Kurmay'a destek çıktı, hatta “siz kimin medyasınız” diyerek Taraf'a çıkıştı.
Bu tablonun gösterdiği en çarpıcı gerçek, “basın özgürlüğü”nün devlet katında pek itibar görmediği. Bu da herhalde “toplumu basın tarafından yanıltılmaktan koruma” gibi bir mantığa oturuyor. Ancak bu, demokrasilerde, suçlamaları cevaplandıran açıklamalarla yapılır. Bu açıdan Genel Kurmay'ın verdiği brifingler, Taraf'ın yayınladığı fotoğraflar hakkında yaptığı “izahat” yerindeydi. Keşke bunla yetinilseydi, tehditkar bir üsluba ve yayın yasağına gerek duyulmasaydı.
Hem ordunun hem de hükümetin görmesi gereken bir şey var: Basının özgürce haber ve yorum yapabilmesini kabullenmeniz için, bunları doğru bulmanız gerekmiyor. Basın, haksız suçlamalar, abartılı komplo teorileri de üretebilir. Örneğin ABD'de Bush ve yardımcısı Cheney'nin aslında Bin Ladin ile ortak olduğunu, Irak Savaşı'nı sırf kâr etmek için çıkardığını savunan bir sürü dergi, gazete ve internet sitesi var. Bu iddialara itibar etmeyenler de ya ciddiye almayarak ya cevaplandırarak karşılık veriyor. “Siz nasıl bunu dersiniz” diye tehdit ve yasak getirilmiyor. Kamuoyu da tüm bunları dinleyerek bir kanaate varıyor. Açık toplum, böyle bir şey.
Dolayısıyla Taraf'ın ya da bir başka medya organının “susturulması”na karşıyım. Ancak bu, Taraf'ın ya da “radikal demokrat” diğer bazı görüş sahiplerinin her dediğine katıldığım anlamına gelmiyor.
Özellikle katılmadığım nokta, bu çevrelerde yaygın olan bir komplo teorisi. Buna göre, Türk Silahlı Kuvvetleri, veya en azından “derin devlet”, PKK terörünün bitmesini hiç istemiyor, çünkü bu sayede “militarizm”i besliyor. “Her iki tarafın şahinleri,” bu teoriye göre, “gizli bir ittifak içinde.”
Dediğim gibi, “devlete kötü niyet atfetme”ye dayalı bu teoriye ben inanmıyorum. Çünkü Türk subaylarının vatanseverliğinden hiç kuşkum yok. Vatan için neyin iyi neyin kötü olduğu konusundaki görüşlerini her zaman paylaşmıyorum. Siyasete müdahalelerini, “irtica” paranoyalarını, Kürt sorunundaki “sosyal boyutu” onyıllarca görmeyişlerini eleştiriyorum. Ama bunların altında “kötü niyet” aramıyorum. Aksine, benim yanlış bulduğum her şeyi idealist bir “Cumhuriyet” aşkıyla yaptıklarına eminim.
Bu “kötü niyet atfetme” alışkanlığı, ne yazık ki Türkiye'nin çok yaygın bir problemi. Ulusalcı-Kemalist cephe, sol demokratları ve liberalleri (ve hatta bazen muhafazakârları) “vatanı satmakla” suçluyor. Bu suçlamaya maruz kalanlar da bazen öteki tarafı “kandan beslenmekle” itham ediyor. Oysa gerçekte herkes ülke meselelerini kendi ideolojik perspektifinden görüyor; fark orada. Burada bir “asgari müşterek” olduğunu görebilirsek, tartışmalarımız biraz daha medeni ve verimli bir düzeye çıkabilir.
Aslında hemen her olay ezberlediğimiz cemaatçi şablonları, ideolojik önkabulleri sarsıyor. Örneğin Taraf'ın “AKP'nin borazanı” olduğu söylenip duruyordu; oysa bakın, değil. Şimdilerde de bazıları Başbakan'ın “Demirelleştiğini” yazıyor. O da doğru değil. Hiç bir şey bu kadar basit değil. Bunu anlamak da galiba dünyayı doğru anlamanın ilk koşulu.