Türkçe Yazılar

İşkenceye Karşı Hz. Ömer'in Adaleti

[22 Ekim 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı] Geçen hafta Türkiye tarihinde bir ilk gerçekleşti. Bir bakan, cezaevinde gördüğü işkencede hayatını kaybeden bir vatandaşın ailesinden özür diledi. Ölen talihsiz genç, sol görüşlü eylemci Engin Ceber'di. Özür dileyen ise, Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin. Bu olay gerek yerli gerekse yabancı medyada epey yankı buldu. Pek çok yorumcu, bu “resmi özür”ün Türkiye tarihinde ilk kez görüldüğünün altını takdirle çizdi. Ancak Bakan Şahin'in konu hakkında yaptığı açıklamada enteresan bir detay vardı ki, üzerinde yeterince durulmadı. Kendisine “neden özür dilediniz” diye sorulmuş ve sayın bakan şu cevabı vermişti:
“Ben doğrusu görevimi yaparken, devlet sorumluluğumu yerine getirirken, Hz. Ömer gibi düşünmek isterim. 'Dicle kenarında otlayan bir kuzuyu kurt kapsa, ilahi adalet onu Ömer'den sorar.' Dolayısıyla böyle vicdani bir sorumluluğumun olduğunu da düşünüyorum... Belki beni özür diletmeye iten nedenlerden bir tanesi de bu son söylediğimdir.''
Sayın bakanı bu sözleri söylerken televizyonda gördüm. Duyguluydu. Hükümeti ve devleti adına dilediği özrün, sadece bir zaruretten doğmadığı, atıfta bulunduğu “ilahi adalet” ve “vicdani sorumluluk” ilkelerinden süzülüp geldiği belliydi. Bu durum karşısında biraz durup düşünmek gerek. Çünkü Adalet Bakanı'nın İslam'ın ikinci halifesi Hz. Ömer'den aldığı ilhamla yaptığı doğru iş, “dinin siyasete karıştırılması”nın hep kötü bir şey olduğu yönündeki Türkiye ezberine epey ters düşüyor. Önce şunu sormak lazım: Onbinlerce insanın en korkunç işkencelerden geçirildiği Türkiye'de acaba neden bugüne kadar böyle bir resmi özür olmadı? Öyle ya, biz bugüne kadar devletin hep “kudretli” olduğunu işitir, eşref saatinde de olsa olsa “şefkatli” olduğunu duyardık. Çünkü Türkiye'nin resmi ideolojisinde “devletin itibarı” başka her şeyden kıymetlidir. En önemli değer, vatandaşların hakkı, güvenliği ve onuru değil, devletin ve onun “kurumları”nın bekâsı ve saygınlığıdır. Zaten vatandaş denen şey, “varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye bağırta bağırta büyütülen bir “aparat”tır. Arada biraz “zayiat” verilse ne olur? Bu, kuşkusuz otoriter bir ideoloji. Allahtan giderek seyreliyor. Elbette bunda Türkiye'nin vardığı demokrasi seviyesinin, küreselleşmenin, Avrupa Birliği standartlarının, kök salan liberal felsefenin büyük etkisi var. Ama iktidardaki AK Parti'nin zihinsel ve manevi dokusu da bu işte rol oynuyor. Çünkü bu partinin değerleri, sözünü ettiğim otoriter Cumhuriyet ideolojisine dayanmıyor. Ondan çok daha öncesine, bu coğrafyada bin yılı aşkın bir süredir hak, adalet ve ahlak üretmiş kültürel kodlara uzanıyor. Onun için AK Partililer'in kavramsal dünyasında sadece “devletin itibarı” değil, aynı zamanda “mazlumun ahı” da var. Bu sayede devletin hata yapabileceğini görüyor, reforme edilmesi gerektiğini kavrayabiliyorlar. Ben bu açıdan AK Parti'nin Türkiye'ye önemli bir katkıda bulunduğunu, “devlet fetişizmi” ve “Ulu Önder kültü”nden başka her şeye kapatılmış olan “kamusal alan”a o çok ihtiyaç duyulan “geleneksel değerleri” kattığını düşünüyorum. Bunu en veciz şekliyle ifade eden Sayın Mehmet Ali Şahin'i de yürekten tebrik ederim. Ancak tabii ki geleneksel değerler kimsenin tekelinde değil. AK Parti kadrolarının da bunlara sadık kaldığının ve kalacağının bir garantisi yok. Aksine, liberal düşünür Lord Acton'ın “güç, yozlaştırır” ilkesini hep hatırlamalı ve o yola girmekten şiddetle kaçınmalılar. Partiye ve hükümete yapılan iyi niyetli eleştirilere kulak vermek, bu açıdan elzem.
All for Joomla All for Webmasters