[13 Ekim 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Geçen hafta CNN International'da yayınlanan bir “PKK propagandası”, Türk medyasında tepkiyle karşılandı. Amerikan televizyonunun bayan muhabiri Arwa Damon, Kandil Dağı'na çıkmış ve terör örgütünün aslında ne kadar “feminist” olduğunu uzun uzun anlatmıştı. “Burada kadınlar ve erkekler tümüyle eşit” diyordu genç muhabir ve ekliyordu:
“Bir erkek için en rencide edici şey ‘maço' olarak tanımlanmak.”
Türk basını, PKK'yı “ilerici” bir yapı olarak gösteren bu habere karşı, dediğim gibi, köpürdü. Çünkü CNN muhabiri gerçekten de “yanlı” davranmış, PKK'nın kanlı yüzünü hiç göstermemişti. Fakat gösterdiği kısım da yanlış değildi!
Çünkü PKK gerçekten de “ilerici”dir!..
Ama “ilericilik” her zaman matah bir şey değildir.
Ne demek istediğimi anlatayım: PKK solcu bir örgüttür ve sahip olduğu Stalinizm/etnik milliyetçilik karışımı ideoloji de oldukça “modern”dir. Örgüt açıkça “feodaliteye” yani Kürt toplumunun geleneksel dokusuna karşı çıkmakta, onun yerine sosyalist/eşitlikçi bir toplumsal düzen hedeflemektedir. Eğer böylesine “ilerici” değil de geleneksel bir yapı olsaydı, o zaman “erkek egemen” olur, ağa ve şeyh sözü dinler, Kürt törelerine uygun davranırdı. Kadınlarının başı bağlı, erkeklerinin boynu muskalı olurdu.
Türkiye'nin bu gerçeği kavrayamayan kimi solcuları, “Kürt sorununun feodaliteden kaynaklandığı” şeklindeki yanlış ezberi onyıllardır tekrar eder durur. Oysa tam aksine, Kürt sorunu, en azından PKK'nın temsil ettiği şekliyle, feodalitenin çözülmesinin ve modernleşmenin bir ürünüdür. Ne Abdullah Öcalan ne de şürekâsı gelenekçi, muhafazakar insanlardır. Tam tersine, alabildiğine “çağdaş” ve “laik” kişiliklerdir.
Bu gerçek, Türkiye'deki “ilericilik” ezberini de yeniden düşünmeyi gerektirir. 80 yıldır bize hep eskinin “karanlık”, yeninin ise “aydınlık” olduğu, gelenekten ne kadar koparsak başımızın o kadar göğe ereceği söylenir, değil mi? Oysa aslında gelenek ile modernite arasında böylesine ak-kara bir zıtlık yoktur. Önemli olan her ikisinin de içeriğidir. Geleneğin hem iyi hem kötü yanları vardır. Modernitenin ürünleri arasında ise özgürlük, insan hakları, demokrasi gibi iyi değerler de yer alır, etnik temizlik, gaz odaları, toplama kampları gibi vahşetler de.
PKK, işte modernitenin bu karanlık tarafının ürünü. Bu taraf, insanları geleneklerin boyunduruğundan kurtarmayı vaad eder ve bunu bazen başarır da. Ama, tam da George Orwell'in “Hayvan Çiftliği”nde tasvir edildiği gibi, onları yepyeni ve daha beter efendilerin kölesi yapar.
Stalin, köylüleri toprak ağalarından “kurtarmış”, ama Komünist Parti'nin esaretine sokmuştu. PKK da dağa çıkan Kürt kadınlarını belki töre baskısından kurtarıyor, ama onları katı bir ideolojinin, haşin bir örgütün ve narsist bir liderin kölesi haline getiriyor.
Son bir yorum: “Kürt tarafı”ndaki bu vahim “ilericilik” örneğini görünce, dönüp bir de “Türk tarafına” bakmak geliyor insanın aklına. En azından sormak lazım: Türkiye'de kendilerini “ilerici” ve “çağdaş” ilan edenler, acaba modernitenin hangi tarafında duruyor? Demokrasi, insan hakları ve özgürlük mü? Yoksa otoriterizm ve hatta faşizm mi?
Öyle ya, “padişahı kovduk, çarşafı attık” diye sevinip durmanın bir anlamı yok. Mühim olan, bundan sonra ne hale geldiğiniz:
Kendi akıl ve vicdanıyla yaşayan, diğer insanlara da aynı hakkı tanıyan özgür bir birey mi oldunuz? Yoksa aklını ve ruhunu otoriter bir sisteme emanet etmiş ve onun haksızlıklarına alkış tutan birer “kurşun asker” mi?