PKK'yı Yenmek, Kürtleri Kazanmakla Olur
[8 Ekim 2008 tarihli Star gazetesinde yayınlandı]
Terör, çok boyutlu ve çetrefilli bir mesele. Buna verilecek reaksiyonun da çok boyutlu olması gerekiyor. İlk reaksiyon, kuşkusuz kayıplarımız karşısında gösterdiğimiz insani tepki. Hayatlarının baharındaki 15 genç vatan evladı bir günde can verdi, gitti. Ailelerinin yaşadığı acı kim bilir ne kadar büyük, ne kadar derin. Başları sağolsun ve Allah sabır versin.
Ama bir de madalyonun öteki yüzü var. 15 askerimizin yanında 23 tane de PKK militanı öldü Aktütün'de. Kuşkusuz bunlar da arkalarında ağıt yakan anne-babalar bıraktılar. Ve dahası önünümüze önemli bir soru getirdiler: Bu insanlar nasıl ve niçin bu “davaya” baş koyuyor, sonu ölümle bitmesi muhtemel bir yola bu kadar kararlılıkla giriyorlar?
Türkiye'nin resmi ağızları, bu soruya 20 küsur yıldır sadece “kandırılıyorlar” diye cevap verir. Ama konuyu inceleyen herkes, bu “kandırılma”nın içeriğinin epey karmaşık olduğunu bilir. Evet, PKK'nın Stalinist bir ideolojisi, alabildiğine fanatik bir etnik milliyetçiliği var. Ancak bir de bu örgütü bazı Kürtlerin gözünde “özgürlük savaşçısı” gibi gösteren “Türkiye gerçeği” var. Bunun merkezinde de Kürtleri reddeden, bastıran ve aşağılayan 80 küsur yıllık bir “Ankara zihniyeti” yatıyor. Onca AB reformuna, demokratikleşme paketine rağmen hala ayakta duruyor bu zihniyet. Ve PKK o sayede hala “taban” bulabiliyor.
Geçen hafta manşetlere düşen üç ayrı haber, bu zihniyete dair birer uyarı sinyali gibiydi. Birincisi, Yargıtay'ın kapatılan Habertürk gazetesindeki ırkçı bir yazıyı meşru bulmasıydı. Yazının (Soner Yalçın olduğu iddia edilen) sahibi, “Başbakan Erdoğan'ın tüm danışmanlarının Kürt olması tesadüf mü?” diye sormuş ve eklemişti: “Türkiye, içindeki düşmanları yanlış yerde arıyor, kafasını kaldırıp yukarı bakması gerekir.” Ve bu, Yargıtay'a göre normal bir laftı.
Bu kararın anlama geldiğini Taraf gazetesi iyi özetledi: “Kürt düşmanlığına Yargıtay'dan onay.”
Kürt düşmanlığına bir başka onay yine geçen hafta Bolu'dan geldi. DTP milletvekillerini listeledikten sonra, “Dağdaki teröristin peşinde koşmaktansa üç-beş mikrobu temizleyip, ‘Bir bizden beş sizden, tamam mı, devam mı?' demek gerekir” diyen, “Türk, işte karşında düşmanın” başlıklı bir yazı, Bolu savcısınca meşru bulundu. Oysa yazı sadece düşmanlık değil, aynı zamanda cinayet ve hatta iç savaş çığırtkanlığı yapıyordu.
“Kürtlüğü aşağılamak” bu kadar serbest iken, “Kürtçe konuşmanın” hala kısıtlandığını ise üçüncü olayla öğrendik. Yüksekova'da belediye başkanının ilçe merkezine astırdığı “Yüksekovalıların Ramazan Bayramı Mübarek Olsun” anlamına gelen Kürtçe pankart, polisler tarafından indirildi.
Tüm bunlar, kimi devlet kurumlarının Kürt sorunu konusunda hala “eski kafa”yla devam ettiğini gösteriyor. Ve anlaşılan, bu “eski kafa”nın sahipleri, verdikleri kararların Kürt vatandaşlarca nasıl algılandığını hiç düşünmüyorlar. Belli ki sormuyorlar; Kürtçe bayram afişi bile asılamayan bir ortamda, PKK'nın “özgürlük savaşçısı” olduğu algısı daha çok zemin bulmaz mı, diye.
Ordumuz “teröristle” mücadeleyi sürdürürken, bizim de o teröristi kışkırtan bu zihniyeti değiştirmeye çalışmamız lazım. Unutmayalım ki çözümün tek yolu, Kürt kimliğine alabildiğine saygı gösterip özgürlük tanımak, böylece Kürt vatandaşları kazanmak, ve bu sayede PKK'yı marjinalize etmektir. Bunun aksi yönünde atılan her adım, “vatanseverlik” iddiasında olsa bile, vatana en büyük zararı verecektir. Zaten veriyor da.